TÜRKİYEDE RADYASYON ONKOLOJİSİNİN TARİHÇESİ VE GELİŞİMİ
TÜRKİYEDE RADYOTERAPİ MERKEZLERİNİN GELİŞİMİ
RADYOTERAPİ MERKEZLERİNİN TÜRKİYE SATHINDA YAYILIMI VE GELİŞİMİ
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Ülkemizde Radyasyon Onkolojisinde Eğitim ve Tedavi Hizmeti Veren Diğer Kurumlar
Bir asır önce yapılmış olan üç önemli buluşun insanoğlu için tıp alanındaki önemi çok büyüktür. Wilhelm Conrad Röntgen, 8. Kasım 1895 günü öğleden sonra laboratuarında çalışırken gözlemlediği ilginç fenomenin, dünya bilimine neler kazandıracağını henüz kendisi de bilmiyordu. Buluşunun 28 Aralık günü, Würzburg Tıbbi Fizik Derneğine "Yeni bir ışın tipi ; Preliminer bildiri" başlıklı ilk yazısıyla bildirdi. Dernekte yaptığı sunum 23 Ocak 1896'da gerçekleşti. Ne olduğu bilinmiyen bu ışına X- ışını adı verildi ve sonraları Röntgen'in buluşuna atfen bu ışınlar Röntgen ışınları olarak anılmaya başlandı. Çalışmaları sırasında eşi Bayan Röntgen'in ve bildirisi sırasında ünlü Anatomist Albert van Köllicer'in bir fotograf kaseti üzerine X - ışınları ile görüntülediği eller ise ilk diagnostik denemelerdi. Bu önemli buluş bütün dünyada büyük heyecan yarattı (1).
İkinci önemli buluş ise 1896'da Fransa'dan geldi. Bir fizik öğretmeni olan Antoine Henri Becanerel uranium tuzları üzerinde çalışarak Mart 1896'da doğal radyoaktiviteyi buldu. "Fosforesan Maddelerden Yayılan Görülebilir Radyasyon " isimli makalesi ile bu çalışmasını yayınladı (1).
Üçüncü önemli buluş ise 1898'de Pierre ve Marie Curie'nin radyoaktif maddeler olan Polonium ve Radiumu bulmasıydı. Bu buluş 26 Ocak 1898'de Paris Bilimler Akademisinde sunuldu. Bu ana buluşları radyoaktivite ve ışınları fiziksel özellikleri ile ilgili yoğun çalışmalar takip etti. 1897'de Rutherfort Uranyumdan çıkan alfa ve beta ışınlarını buldu. 1898'de Villard Radyumdan çıkan ışınların X-ışınları ile ayrı özellikte olan foton ışınları olduğunu gösterdi (1).
Bu çalışmaların yoğunlaşması maddenin ve uzayın daha iyi anlaşılması yanısıra tıpta da gelişmelere yol açtı. Rontgen ışınlarının ilk uygulama alanı diagnostik oldu. İnsan vücudunun çeşitli yerlerindeki yabancı maddeleri araştırmak özellikle savaş döneminde öncelik kazandı. O dönemin bazı savaş muhabirlerinin yazılarında Röntgen'in önemli buluşundan 20 ay sonra 1897'de Himalayaların eteklerindeki bir sahra hastanesinde yaralı askerlerin kurşunlarını bulmak için bir görüntüleme aygıtının götürüldüğünü okumaktayız. Benzeri uygulama aynı senelerde (1897) Türk-Yunan savaşı sırasında bir Türk erinin elindeki şarapnel parçasının bulunması amacıyla yapıldı.
Çok kısa sürede bu gizemli ışınların biyolojik etkileri de gözlenmeye başlandı. Bu ışınların fiziksel özelliklerini saptamak için deneysel çalışmalar yapılırken ve tanı amaçlı kullanılırken ortaya çıkan biyolojik etkiler bilim adamlarının dikkatini çekti. Bu ışınlar insan cildinde eritem ve kuru ve ıslak deskuamasyona yol açmaktaydı. Epilasyonun görülmesi ve uzun süreli uygulamalarda görülen ülser ve nekrozlar X- ışınlarının cilt ve dokulardaki tahrip edici etkilerini ortaya koymaktaydı. Chicago'da bir lamba ve tüp üreticisinin, Ocak 1896'da X-ışınlarını iki hasta üzerinde tedavi amacı ile ilk defa kendisi tarafından kullandığını iddia ettiği öğrenildi. Bir çok klinisyen X-ışınlarını ve radyumu dermatolojide kullanmaya başladı.
Avusturya'dan Freund (1903) ve Kienböck (1900), Fransa'dan Despeignes (1896), Danlos ve Bloch (1901), Almanya'dan Albers-Schönberg ve Strebul (1903) ilkler arasındadır. İlk brakiterapi denemeleri ise radyum ile başlamış ve o dönemin kayıtları bize İngiltere'den Walsh (1897), Almanya'dan Albers- Schönberg (1903) ve Fransa'dan Belot'yu (1904) göstermektedir. Ancak bir cilt kanserinin X-ışınları ile iyileştirildiğinin dökümente edildiği ilk olgu 1899'da Stockholm'de Stenbeck tarafından tedavi edilmiş burunda basal hücreli kanseri olan bir kadındır. Çalışmalarında 9 ayda 99 fraksiyon kullanarak tedavi ettikleri bu olguyu Stockholm'de 19 Aralık 1899 tarihinde sundular (1,3). Radyasyon tedavilerine öncülük eden Fransa'da da ilk radyoterapi uygulamalarında biri, Paris Hastaneleri Müzesinde bulunan ressam Matt'ın yağlı boya tablosuna da konu oldu (Resim 1). Bu tarihi, ilk tedavi edilen olgunun belgelenmesiyle, Radyasyon Onkolojisinin başlangıçı olarak kabul etmek doğru olacaktır. Bunu izleyen yıllarda foton ışınları (X-ışını ve gama ışını), partiküler ışınlar (elektronlar) ve doğal radyoaktif maddeler ile radyoizotopların fiziksel özellikleri daha iyi öğrenilmeye başlandı. Işınların uygulama süreleri, toplam dozu, fraksiyone edilmesi, yan etkileri ve de ışın üreten aygıtların teknik yönden geliştirilmesi 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde yoğunlaştı.
Uygulamalardaki biyolojik etkiler Radyobiyoloji Bilim Dalı altında incelenmeye başlandı. Onkolojinin ilk araştırma dalını oluşturan radyobiyoloji, temel araştırma yöntemleri ile normal ve kanserli hücrelerin tedaviler sırasındaki proliferasyon özelliklerine,, hücresel ve moleküler düzeyde yapılan ilk çalışmalar olarak ışık tutmuştur.
Buluşun Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Etkileri
Almanya'da W.C. Röntgen'in 1895'te X ışınlarını bulması dünyada büyük heyecan yaratması üzerine bu olağanüstü buluş kısa sürede çeşitli tıp dergilerinde ve basında yayınlandı. Bu ışınların, özellikle maddeleri delerek geçmesi ve arkaya konulabilen bir fotoğraf plağında görüntü bırakması, çeşitli alanlarda kullanılmasına yol açmıştır. Ülkemizde bu konuyla öncelikle ilgilenenlerin fizikçi ve fotoğrafçıların olduğunu görmekteyiz. Serveti Fünun dergisinin 3 Temmuz 1896 tarihli 277 no'lu baskısının 267. Sayfasında Mektebi Sultaniyeyi Şahanede (Galatasaray Lisesi) fizik ve matematik öğretmenliği yapan Mösyö Izuar'ın, tıp dışında ilk defa X-ışınlarını ürettiğini ve bir para cüzdanının içindeki metal paraya görüntülediğini öğrenmekteyiz. Mösyö Izuar ayrıca 11 yaşındaki oğlunun el grafisini de elde etmeyi başarmıştır. Aynı kaynaklar İstanbul'da yaşayan fotoğrafçı Halil bey isimli bir şahsın bir kurşunkalemi görüntüleyerek içerisindeki kurşun kırıklarını gösterebil- diğini belirtmektedir (2). Tıptaki uygulamaların ilk uygulamalar olarak anılmasının sebebi, yazılı kaynaklardaki tıp tarihçilerinin o dönemde olağanüstü olarak kabul edilen X- ışınları ile insan vücudunun görüntülenmesine gösterdikleri yoğun ilgidir. Ülkemizdeki gelişmeleri daha iyi tanımlayabilmek için, konuyu değişik tarih dönemlerinde incelemek daha yararlı olacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Gelişmeler
X-ışınlarının bulunuşunun, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 29 Ocak 1986 tarihli "La Semaine Medicale" isimli Fransız'ca bir tıp dergisinden öğrenildiğini görmekteyiz. O yıllarda ülkemizde 1836'da ilk temelleri II.Mahmut tarafından atılarak "Tıphane" adı verilen ve künyesinde "Darul Ulümul Hikmetiyei Osmaniye ve Mektebül ve Tıbbiyei Adliyei Sahane" yazılı olan kurumun 1867'de Mülkiyeyi Tıbbiye ismini aldığını ve daha sonralara Gülhane Askeri Tıp Okulu adı altında İstanbul Sirkeci'de öğrenimini verdiğini öğreniyoruz. Dr. Esad Fevzi ve Dr. Rıfat Osman isimli iki Osmanlı hekiminin ilk uygulamalara başladıklarını tıp tarihçileri yazmaktadır. Dr. Esad Fevzi (1874-1901) çeşitli güncel yayınlarda daha çok öne çıkarılmasına rağmen Tosyavizade Dr.Rıfat Osman Beyin "Hayatım ve Hatıratım-Dr.Rıfat Osman'ın Öğrencilik ve Gülhane Anıları, 1879-1921" isimli anılarını yazdığı kitabında Cemil Paşa'ya (Dr.Cemil Topuzlu,Cerrahi Bölüm Başkanı) Yıldız Hastanesinde (Yıldız Hamidiye Etfal İmparatorluk Hastanesi) Röntgen şua uygulaması yapma isteğinde olduğunu ve dokuzuncu sınıfta olan arkadaşı Esat Fevzi Efendi ile beraber çalışmak istediği yazılıdır (4).
Dr.Esat Fevzi ve Dr.Rıfat Osman bu ilk denemeden sonra uygulamayı yaygınlaştırmak amacı ile Yıldız Hamidiye Sultan İmparatorluk Hastanesi baş cerrahı Prof.Dr.Cemil Topuzlu paşaya başvurmuşlar ve Padişah Sultan Aziz'in izinleri ile röntgen aygıtını hastanenin cerrahi kliniğine kurmuşlardır. 1897'de Osmanlı-Yunan savaşı sürerken yaralılar da Selanik, Edirne ve İstanbul hastanelerinde bu aygıtlar tanı amacı ile kullanılmakta idi (2,3).
Gerekli izinlerden sonra ilk röntgen fotoğrafı Boyabatlı Mehmet adında bir ere ait olup sağ bileğindeki şarapnel parçası resmedilmiştir. Boyobatlı Mehmetin grafi alınırken Dr.Rıfat Osman tarafından çekilen resmi Dr.Besim ömer'in 1897 senesinde yayınlanan "Nevsali Afiyet" eserinin 226 sayfasında bulunmaktadır (Resim 4,5). Bu el radyogramı Sultan Hamit'e sunulmuş padişah çok memnun olmuş ve bu iki hekime 15 sikke altın vererek ödüllendirmişti. Hastaneyi ziyaret eden Kızılhaç organizasyonu grup başkanı Dr.Hermann Kuttner bu uygulama ile etkilenmiş ve Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm'e verdiği rapor sonucu Yıldız Hastanesine modern bir röntgen aygıtı hediye edilmiştir (1898) (2,3,4).
Dr. Esat Feyzi savaş sonrası X-ışınları ile ilgili çalışmalarını "Röntgen Şuaatı ve Tatbikatı Tıbbiye ve Cerrahiyesi" adıyla bir kitapda toplamıştır (Resim 6). El yazması olarak hazırlanmış bu kitap ülkemizde X-ışınları konusunda yazılan ilk kitap olup 76 sayfadır (1898). Ayrıca "Nevsali Afiyet" isimli bir tıp kitabında yayınlanan "Röntgen Şuaatının Sureti İstihsali, Havassı, Mahiyeti, Tatbikatı Tıbbiyesi " başlıklı makalesi, ülkemizde X-ışını ile ilgili yayınlanan ilk makaledir (2).
Osmanlı Döneminde Diagnostikten Tedaviye Geçiş
O dönemde, dünya da olduğu gibi ilgi görüntüleme üzerineydi. X-ışınlarının biyolojik etkileri batıdan gelen yayınlar ile takip edilmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan çalışmalar o devrin büyük hastanelerindeki röntgen laboratuvarlarında yapılmaktaydı. Bunlardan İstanbul'da Bezmi Alem Valide Sultan Gureba Hastanesi, Mektebi Tıbbiye Sahane, Gülhane Askeri Tıbbiyesi , Yıldız Hamidiye Etfal İmparatorluk Hastanesi Ankara'da Numune Hastanesi, Cebeci Askeri Hastanesi, Edirne'de Edirne Askeri Hastanesini sayabiliriz. Almanya'dan getirtilen dört modern röntgen aygıtı ile görüntüleme yanında tedavi amaçlı çalışmaları da çeşitli kaynaklardan öğrenmekteyiz (2,3,5,6,7).
Dr.Sufyan Bey'in, diğer öncü hekimlerle birlikte, devlet hastanelerinde röntgen laboratuarları kurması yanında 1900 yılında bazı malign tömürlü hastaları tedavi ettiğini öğreniyoruz. 1903 senesinde daha gelişmiş bir röntgen aygıtının Yıldız Hamidiye Etfal Hastanesinde kurulmasından sonra Dr. Rasih Emin Beyin, Dr.Cemil Topuzlu Paşa ile 30 hastayı tedavi ettiği bilinmektedir (Resim 7,8,9,10).
Bu sonuçlar 1 Ocak 1904 tarihli "Gazette Medical d'Orient" isimli tıp dergisinde yayınlanmıştır. Bunu izleyen yıllarda, yeni aygıtlarla Haseki Hastanesinde Dr.Suphi Neşet, Vakıf Gureba Hastanesinde Dr.Şükrü Derviş ve Gülhane Hastanesinde Şükrü Beyler tanı ve tedavi çalışmalarını yürütüyorlardı. Bütün dünyada da olduğu gibi aygıtlar tedavi amaçlı değildi ve uzmanların tedaviye bakış açıları daha çok bir yan uğraş şeklindeydi (3).
Bu arada Osmanlı döneminin diğer fedakar ve çalışkan hekimlerinin özveriliçabalarını da unutmamak lazım. Bu hekimlerden biri de Dr. İbrahim Vasıf Beydir. 1908-1914 seneleri arasında Gülhane Hastanesinde cepheden gelen yaralı askerlerin grafilerini çekmiş, çeşitli kazalar sonucu ayakları kırılmasına rağmen gece yarılarına kadar görevini sürdürmüştür (Resim 11).
Radyoloji ve de Radyoterapi ile ilgili ilk kitaplardan biri de Dr. İsmail Süleyman'ın 1907 yılında basılmış olan "Röntgen ve Radyum Şuaatının Tatbikatı ve Menafii Tıbbiyesi" isimli 170 sayfalık eseridir. Ülkemizde bu gelişmeler olurken W.C.Röntgen 1902'de Nobel ödülünü kazanır. İlk Uluslararası Radyoloji Kongresi ise 1925 yılında gerçekleştirilicektir. 1917'de Stockholm'de Radiumhemmet Enstitüsünde Dr.G.Forsell, Medical Radyoloji Bölümü adı altında ilk radyoterapi ünitesini kurar ve bunu 1923 yılında Paris'te kurulan bir diğer bölüm izleyecektir. Üniversitede eğitim veren ilk radyoterapi kürsüsü Stockholm Üniversitesinde Prof. Dr. E. Berven tarafından 1936 yılında kurulmuştur (1,2,3,6).
Üniversite Reformu Öncesi Cumhuriyet Dönemi
Cumhuriyeti izleyen ilk yıllarda diğer alanlarda olduğu gibi ülkenin sağlık alanında da çok önemli alt yapı eksiklikleri bulunmakta idi. Hastanelerdeki aygıt yetersizliği önemli boyutlarda olup mevcut röntgen aygıtları ile hem tanı hem de tedavi yürütülmekteydi. Düzenli bir eğitim programı olmadığı gibi mevcut aygıtlar cerrahi kliniklerinde bulunmaktaydı. 1920'li yıllarda en iyi durumda bilinen laboratuar Dr.Suphi Neşet Beyin yönetimindeki Haseki Hastanesi Radyoloji laboratuarıdır.
Vakıf Gureba Hastanesinde ise Dr. Şükrü Derviş Beyin kullandığı radyoterapi ve tanı amaçlı aygıtlar bulunuyordu. İstanbul Cerrahpaşa Hastanesinde ise Dr.Orhan Kazancıgil'in yönetiminde radyoterapi ağırlıklı uygulamalar yapılmakta idi.
Ülkemizde radyoloji bilimi adına verilen ilk düzenli kurslar 1926 yılında İstanbul Haydarpaşa Tıbbiye Okulunda düzenlenmiştir. Viyana'da Dr. Holzknecht'in yanında eğitim almış olan Dr. Selahattin Mehmet Erk (1893-1951) görüntüleme yanında radyoterapi ile ilgili dersleri gönüllü kurslar halinde vermekteydi. Dr.S.M.Erk'in "Röntgen Tedavisi Rehberi" isimli bir çeviri kitabı ve Vakıf Gureba Hastanesinden Dr.Derviş ile birlikte çevirdikleri "Radyum ve Radyum Tedavisi" ve "Radyoloji ve Gebelik" adlarında kitapları bulunmaktadır. Dr.Selahattin Mehmet Erk ülkemizde ilk radyoloji profesörüdür. Ankara'da ise Numune Hastanesinde Dr.Fevzi Işıkman ve Erzurum Numune Hastanesinde Dr.Tarık Temel benzer atılımlar içerisindeydiler (2,3,6,8).
1933 Üniversite Reformu Dönemi
Temelleri 1836'da Sultan II. Mahmut tarafından atılan ve Tıp Mektebi ismini alan kurumun 1862'de İstanbul Darülfünun'u (İst.Üniv.) yapısı içerisinde olduğunu öğreniyoruz. 1867'de Mektebül Tıbbiyei Adliyei Sahane'nin Mülkiyei Tıbbiye ismini aldığını görüyoruz. Ülkenin, o dönemde tek üniversitesi olan İstanbul Üniversitesinin 1924'ten sonra tüzel kişiliğe ve bilimsel özerkliğe kavuşmasına rağmen Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak bu kurumdaki "Yüksek Tedrisat Umum Müdürlüğü" nün denetimi altında idi. Atatürk'ün 31 Mayıs 1933 tarihinde arzularıyla yapılan bir yasa değişikliği ile Darülfünun kadırıldı. Büyük Atatürk'ün gerçekleştirdiği "Üniversite Reformu" radikal bir hareket olup ülkemizde çağdaş eğitimin başlamısında önemli bir aşamadır. Eğitim kadroları değiştirilerek üniversite göreceli bir bağımsızlığa kavuşturuldu. Tıp Fakültesi Haydarpaşa semtinden taşınarak İstanbul yakasındaki Şişli Etfal, Cerrahpaşa, Haseki, Gureba ve Bakırköy Akıl Hastanelerinde ve Beyazıtta bulunan Osmanlı döneminde Harbiye Nezareti olan merkezlerde eğitim vermeye başladı (Günümüzdeki İstanbul Üniversitesi rektörlük binası).
Radyoloji kürsüsü Şişli Etfal Hastanesinde kurulacaktı. O sırada Denizlide mecburi hizmetini bitirmiş olan Dr.Tevfik Berkman'a doçent ünvanı verilerek bu kuruluşun başına atandı. Dr.Berkman İstanbula geldiğinde, mevcut radyoloji kuruluşlarını gezdi (3,6,8). Geçici olarak Hastanenin röntgen laboratuarında çalışılacaktı. Burada eski, bazı eksiklikleri bulunan "Simetri Tedavi Aygıtı" bulunuyordu ve hiç çalıştırılmamıştı. Haydarpaşadaki eski tıp medresesinde de bir merdiven altındaki laboratuarda aynı tip bir aygıtı çalışamaz durumda bulmuştu. Önceleri bu aygıt ile bazı deri kanserlerinin tedavi edildiği biliniyordu. Haseki Hastanesinde Dr.Suphi Neşet kaliteli diagnostik çalışmalar yürütmekte idi. Vakıf Gureba Hastanesinde bir diagnostik aygıt ile hiç çalıştırılmayan bir yüzeysel tedavi aygıtı bulunuyordu. İstanbul'daki Gülhane Askeri Tatbikat hastanesinde hem tanı, hem de tedavi yapabilen bir aygıt ile Dr.Şükrü bey ve bir asistanı çalışıyorlardı. Ankara Numune hastanesinde 1928 de kurulan tanı ve tedavi aygıtları vardı, ancak tedavi aygıtı işletilmiyordu.
Haydarpaşa'daki aygıtlar 1933 yılında Şişli Etfal hastanesine taşıtıldı. Eski aygıtların değiştirilmesi ya da yenilerinin alınmasında Doç.Dr.Tevfik Berkman büyük güçlükler yaşıyordu. Hastane baş hekimi Dr.Rıfat Hamdi bey kliniğindeki 5 yatağı radyoterapinin kullanımına vermişti. Üniversite reformu ile beraber Nazi rejimine karşı olan ve bu rejim altında yaşamaktan çekinen, çoğu musevi olan, bir çok bilim adamı İstanbul Üniversitesinde görev almak üzere gelmişlerdi. Bu sırada 1934 yılı yaz sömestrinde Prof. Friedrich Dessauer'in de radyoloji bölümünün başına geleceği öğrenilmişti. O Alman ırkından olduğu halde siyasi inançlarının Nazi doktrinine uymaması nedeni ile Almanya'dan uzaklaşmak gereksinimini duymakta idi (3,8).
Türk radyoloji tarihinin ve de özellikle Türk ve uluslararası radyoterapi tarihinin öncülerinden biri olan bu uluslararası niteliğe sahip araştırmacıyı tanıyalım.
Friedrich Dessauer 19 Temmuz 1881 yılında Almanya'nın Aschaffenburg kentinde 9 kardeşin en küçüğü olarak doğdu. Babası Phillip Dessauer Almanya'da selüloz ve kağıt endüstrisini kuran kişi idi. Babasının fabrikasında çalışmış ve işçilerle yakınlaşmış, onların sorunlarına ilgi duymuştu. Çok girişimci idi. Daha 17 yaşında iken röntgenolojik aletler yapan ve satan bir iş yerine sahip olmuştu. Evlendikten sonra Frankfurta yerleşti ve kendi yapımı olan röntgen aletlerini geliştirdi. Daha 1904 yılında, o güne kadar yalnız yüzeysel lezyonların tedavisinde kullanılan X-ışınlarının derin organların hastalıkların da kullanılabileceğini, ancak bunu başarabilmek için homojen ışınlara gereksinim olduğunu öne sürdü. Birinci cihan savaşından sonra yapım işlerini bıraktı ve Frankfurt Üniversitesinde fizik doçentliğine tayin edildi. Önce 1920 yılında profesör ve kısa bir süre sonra da "Fiziğin Tıbbi Uygulanması Enstitüsü" nün direktörü oldu. Su fantomu kullanarak ilk izodoz eğrilerini çizdi ve radyoterapide kullanmaya başladı. Işınların homojenitesi üzerindeki çalışmalarnı sürdürdü. Bu çalışmalarınnın sonucu olarak çağrıldığı Washington'da, "Roentgen Ray Society'nin" Eylül 1921 tarihli toplantısında "Dessauer Kanunları" adı ile anılan ve bugünkü uygulamalarda da geçerli olan önerilerini sundu (3).
Homojeniteyi sağlamak, için Dessauer değişik tür ve şekillerde bolus materyali lösemilerin tedavisinde kullanılması için hastanın yatırılacağı bir odacık içinde aynı anda ışınlama yapan üç ışın kaynağı bulunduran bir düzen, ışın aletlerinde su ile soğutulan tüpler, stereografi, kontakt terapi tüpleri onun buluşlarından bazılarıdır. Yüksek enerji cihazları üzerindeki çalışmaları ile Frankfurt Üniversitesinde "Doktor" (PhD) ünvanını almıştır.
Sosyal alanlar ve politikada aktif görevleri ve sosyalist görüşleri nedeni ile Nazi yönetimince dışlanması, 1934 yılında Türkiye'ye gelmesinde etkili olmuştur (3) (Resim 12).
İstanbul'da Radyoloji ve Biofizik Enstitüsünün Kurulması
Dessauer eşi ve iki küçük çocuğu ile 1934 yılı sonbaharında İstanbul'a yerleştikten sonra kendisine yardım etmek üzere Almanya'dan tıbbi alanda dermatolog Dr.Erich Uhlman'ı, fizik alanında ise Kurt Lion'u ve teknik atölye personelini davet etti. Türkiye'de kendisine o sırada Şişli Etfal hastanesi radyoloji bölümü başında olan doçent Dr.Tevfik Berkman ve Dr. Muhterem Gökmen yardımcı olarak görevlendirilmişlerdi (Resim 13). Şişli Etfal Hastanesinin Merkez Yönetim Pavyonunda gerekli restorasyon hızla yapılarak kısa zamanda yeni tanı makineleri getirilmiş ve Türkiye'de ilk kez döner anodlu röntgen tüpü ile çalışmalara başlanmışdı. Bu hızlı gelişme ancak Dessauer'in kişisel otoritesi ile mümkün olabilmiştir. Büyük enstitü için Çapadaki şimdiki Onkoloji Enstitüsünün ana binası seçilmişti. Bu bina birinci dünya savaşından önce Almanlar tarafından planlanmış olan bir Hastane kompleksinin içinde yer alıyordu. Bina 1915 yılında yapılmış ancak savaş sırasında ve onu izleyen dönemin şartları nedeni ile tamamlanamamış, bir süre tütün deposu olarak kullanılmıştı. Bina hızla restore edilmiş ve yeni aygıtlar sipariş edilmişti. "Radyoloji ve Biyofizik Enstitüsü" adı verilen bu enstitüye 1935 yılı yaz aylarında taşınılmıştı (Resim 14). Çalışma programında diagnostik ve terapötik radyoloji iki ayrı bölümde organize edilmişti. Deri kanserlerinin tedavisi Dr. Uhlman'a diğer tümörlerin tedavisi ise Dr.Berkman'a verilmişti (3,6,8). Bu arada Doç.Dr. Tevfik Berkman bir tedavi aygıtı getirterek muayenehanesine kurdurmuş, böylece Türkiye'de ilk özel radyoterapi kurumun da çalışmaya başlamıştı. Dessauer Türkiye'ye gelirken beraberinde 100 mg radyum getirmişti. Uygulamaya geçirilmesi için gerekli olan yataklı kuruluş ancak bir yıl sonra gerçekleştirilebildi ve enstitüye 10 yatak eklendi.
Enstitünün radyoterapi bölümüne yüzeysel tedavi için bir Chaoul kontakt
terapi ve 110 KV'lik yüzeysel tedavi aygıtı kurulmuştu. Bunların yanında
derin tedavi için bir 200KV'lık aygıt yerleştirilmişti ve tasarımını
Dessauer'in yapmış olduğu 400 KV'lik bir diğer cihaz geliştirilmişti. O
dönemlerde en yüksek enerjideki radyoterapi aygıtının Los Angeles'deki
550 KV'lik cihaz olduğu düşünülürse, bu enstitünün zamanının en ileri
kurumlarından biri olduğunu anlayabiliriz.İntrakaviter ve interstisyel
uygulamalar için eldeki radyum 200 mg.'a, yatak sayısı 20'ye
çıkarılmıştı. Enstitüdeki çalışmalar multidisipliner şekilde, Cerrahi,
Kadın-Doğum ve İçhastalıkları Kliniklerinin Alman şefleri ile
konsultasyonlarla bu günkü onkoloji merkezi anlayışına uygun olarak
sürdürülüyordu (Resim 15,16). Yapılan öncü çalışmalar içersinde bir
döner sandalye kullanılarak dünyada ilk kez rotasyon tedavisi ile
larinks kanserleri tedavi edilmeye çalışılıyordu (Resim 17). Bu çalışma
ülkemizin ilk uluslararası radyoterapi yayını olarak 1937 de
Strahlentherapie dergisinde yayınlanmıştı. Bir başka öncü çalışma da
radyoduyarlılığın arttırılması amacı ile tümörün diatermi ile
ısıtılmasından sonra radyoterapi yapılmasıydı. Bu günkü hiperteminin ilk
denemeleri olan bu çalışma da 1939'da Radyologica Clinica Basel
dergisinde yayınlanmıştı(8).
Enstitüdeki tıbbi çalışmalar 1935 yılında başlamıştı. Resmi açılışı ise
ancak 29 Mayıs 1937 yılında yapıldı (Resim 18). Anlamlı bir tören
yapılmış açılışa birçok bilim adamı, Maarif Vekaleti Müsteşarı İ.Sungu
ve zamanın Başbakanı İsmet İnönü katılmışlardı. Açılış konuşmasını yapan
Dessauer kısa bir süre sonra 1937 yılında, kendisine İsviçre'nin
Freiburg Üniversitesinden teklif edilen fizik profösörlüğü ve fakülte
başkanlığını kabul ederek Türkiye'den ayrıldı.
Fizik uzmanı Lion, Dessauer ile beraber Freiburg'a gitti. Oradan 1941 yılında ayrılarak Bostondaki ünlü "Massachusett Institute of Technology" (MIT)'nin biofizik bölümüne geçti.
Dessauer'in ayrılmasından sonra enstitünün başına Dr.Tevfik Berkman geçti. Bir süre sonra, 1938 yılında enstitünün başına Viyana'dan Dr.Max Sgalitzer getirilerek yönetimi üstlendi. Kendisi diagnostik eğitimliydi ve enstitünün tanı çalışmalarını yürüttü (Resim 19). Dr.Berkman ve Dr.Gökmen 1940 yılında profesörlüğe yükseltildiler. Bundan sonraki dönemde enstitü direktörlüğünün dönüşümlü olarak Tevfik Berkman ve Muhterem Gökmen tarafında yürütülmesi kararı çıktı. Bu uygulama içinde de Enstitünün radyoterapi çalışmalarını Prof.Tevfik Berkman, diagnostik çalışmalarını ise Prof.Muhterem Gökmen sürdürüyordu (3).
Batı kökenli bilim adamlarının Türkiyede'ki Üniversite kavramına olan katkıları yadsınamaz. Eğitim, bilimsel araştırma, anane ve saygınlık nosyonlarının yerleşmesi yanında ülkemizdeki diğer üniversiteleri geliştirecek kıymetli Türk bilim adamlarının yetişmelerinde de katkıları büyüktür. Türkiye'de onkolojinin temellerini atan ve öncüsü olan sayın Prof.Dr.A.Tevfik Berkman'ı tanımanın onkoloji tarihi yönünden önem taşır (Resim 20).
Prof.Dr. Ahmet Tevfik Berkman 1900 yılında Denizlide doğmuştur. Birinci dünya savaşı yıllarında İstanbul'a gelerek mühendis mektebine girdi. O yıl mühendis mektebi öğrencilerinin askere çağrılmaları üzerine veteriner okuluna geçti. Bir yıl sonra öğrenimine devam etmesi için Almanya'ya gönderildi.
Berlin Üniversitesine girdi. Öğrenimini sürdürürken, 1918 yılında çok ağrılı bir abdomen hastalığına tutuldu. Berlin Charite cerrahi kliniğinde ameliyat edildi ve sonrasında radyoterapi uygulandı, tamamen iyileşti. Bu olay ona tıp doktoru olma ve uzmanlığını cerrahi ile radyoterapi üzerinde yapma kararını verdirdi. Bu sıralarda Osmanlı İmparatorluğu savaşı kaybetmişti. Bir süredir yurt dışındaki öğrencilerinin ödeneklerini gönderemiyen hükümet öğrencilere yurda geri dönmelerini bildirdi. Bu yüzden veterinerlik öğrenimini tamamlayamadan yurda dönmüş oldu.
İstanbul'da 1919 yılında Mektebi Tıbbiye'ye kabul edildi. Zamanın Sağlık Bakanı olan Dr. Refik Saydam, mezuniyetten sonra önce 1927 yılında Ankara Numune Hastanesinde cerrahi asistanlığına başladı. 1928 yılında ise Sağlık Bakanı Dr.Refik Saydam tarafından radyoloji dalında uzmanlaşmak için, Berline gönderildi. Önceden ameliyat olup radyoterapi gördüğü Charite Hastanesinde 1928 yılında Prof.Chaoul'un yanında asistanlığa başladı.
Berlin'deki çalışmalarını 1930'da tamamladı ve yurda döndü. 1933 yılında İstanbul Üniversitesi radyoloji doçentliğine atandı. Böylelikle akademik yaşantısı başlamış, Prof.Dessauer ile Radyoloji ve Biofizik enstitüsünün kurulmasında çalışmış ve çok mutlu olmuştu (8). Dessauerin ayrılmasından sonra radyoterapinin büyük yükünü yardımcısı olmadan tek başına taşımaya başlamıştı. Büyük bir hevesle bilimsel çalışmalar ve yayınlar yapıyordu. Uluslararası kongrelere katılıyor, yurt dışında da adını duyuruyordu.
Prof.Dr.A.Tevfik Berkman döneminin en çok bilimsel yayını olan öğretim üyesiydi. Biri yabancı dilde olmak üzere 22 kitabı, 24'ü yabancı dilde olmak üzere 142 yayını bulunmakta idi. 1960 senesinde yapılmış olan ihtilal sonucu Türkiye'de 147 öğretim üyesi açığa alınmıştı. Bu denli ciddi,çalışkan, dürüst ve siyasi takıntıları olmayan Tevfik Hocanın 147'ler arasında olması üzüntü yaratmıştı. Ancak hata anlaşıldı ve hocalar 1962 yılında kürsülerine döndüler (3,6,8).
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Profösörler Kurulu 1963 yılında radyoloji kürsüsünün radyodiagnostik ve radyoterapi olarak ayrılmasına karar verdi. Prof.Tevfik Berkman radyoterapi kürsüsü direktörlüğüne seçilmişti (Resim 21). Verimli çalışmalarına devam etmiş çok sayıda radyasyon onkoloğu yetiştirmiştir. Radyoterapi kürsüsünü yeni aygıtlarla donattı. İki kobalt, bir betatron, bir lineer akseleratör ve yeni binaları kürsüye kattı. Bilimsel kadroyu da geliştirdi (Resim 22).
Üniversite emeklilik kanunu 1973 yılında değiştirildi. O tarihe kadar üniversite hocaları için emeklilik yaş sınırı yoktu. Bu nedenle Prof.Tevfik Berkman 1973 yılında, 73 yaşında vücutça ve kafaca çok dinç iken emekli oldu. Emeklilik yaşamını Feneryolundaki evinde ve Çeşmedeki yazlığında geçirirken bilimsel ilgisini de devam ettirdi ancak onkoloji alanına ilgisini her zaman sürdürdü.
Ülkemizin ilk Ulusal kanser Kongresinin de onursal başkanlığını yaptı (Resim 23). Tevfik Hoca emekliliği döneminde anılarını "Engelli-Engebeli Uzun Yıllar" adı altında toplamıştı. Ülkemizdeki Üniversiteler yapısının seneler içindeki değişimi ve devlet üniversite ilişkileri gerçekçi bir dilde anlatılmaktadır. 1985 senesinde yazdığı "Klinik Kanser Araştırmalarında Dökümantasyonun Hedefi 1934-1985" isimli kitabında ise kanser kayıtlarının ve kanserde multidisipliner yaklaşımın önemi üzerinde durmuştur (8,9,10). Tevfik Berkman Hoca sağlıklı ve mutlu bir emeklilik yaşamından sonra akciğer neoplazmı nedeni ile 3 Mayıs 1993 tarihinde arasında aramızdan ayrıldı.
Dr. Ahmet Öber
Reha Hoca’yı 1977 de tanıdım. Radyoterapiye başlamak hevesiyle radyolojide çalışıyordum. Oktay Bey çağırıyor dediler, odasına gittim. Oktay Çokyüksel, Baki Sübütay ve tanımadığım bir bey sohbet görüntüsü içinde oturuyorlardı. Üçüncü kişiyi tam tanımlayamadım. Bir büyükelçi, iyi eğitim almış ve sindirmiş bir sanayici? Seçkin bir insan olduğu kesin, herhalde kolon veya mide çekilecek? Yüzümde nezaket gülümsemesi, laf bitse de ödevimi alıp çıksam diye bekledim. Cümleleri bitti, Oktay Bey “Reha Hoca” diye tanıttı. Herhalde yüzümdeki ifade dondu. Sonra o saygın, iyi eğitim almış beyefendiyle neredeyse ömür boyu çalıştım.
Reha Bey 1925 yılında İstanbul Erenköy’de doğar. İlkokulu Erenköy’de, ortaokul ve liseyi Ankara’da okur. O yılların gözde meslekleri mühendislik, tıp ve dış işleridir. O zamanki adı ile tıbbiyeye ilk defa sınav ile öğrenci alınacaktır. Sınavı kazanır. 1948 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olur. Psikiyatri, kardiyoloji, jinekoloji dallarına ilgi duyar ancak uzmanlık için sıra beklemesi gereklidir. Bir türlü sıra gelmemesi üzerine askere gider. Dönüşünde sıra hala kendisine gelmemiştir. Radyolojiye girme önerisine uyar ve radyoloji uzmanlığı eğitimine başlar. O sırada Amerika’ya bir radyoloji asistanı gönderilecektir. Prof. Dr. Muhterem Gökmen, Reha Bey’i uygun görür. Chicago ve Phoenix’de çalışır. Radyolojiyi pek sevmemiştir. Radyoterapiye geçmek istemektedir. New York Memorial Sloan Kettering Cancer Center’ a kabul edilir ve radyoterapi eğitimine başlar. Radyoterapi eğitimini tamamladıktan sonra çalıştığı kurumdaki iş teklifini kabul etmektense memlekette çalışmayı tercih eder.
1955 yılında İstanbul Üniversitesi Radyoloji Enstitüsü’ne döner ve Prof. Dr. Tevfik Berkman ile çalışmaya başlar. Reha Uzel’in ilk meslek yıllarında modern tedaviden anlaşılan süpervoltaj aygıtlar ve brakiterapidir. Tevfik Hoca, Reha Bey’in brakiterapi öğrenmesini istemektedir. Atom Enerji Kurumu bursu ile 1957 yılında yine Amerika’ya gönderir. Önce Boston’da radyobiyoloji ve radyoizotoplarla çalışır, daha sonra Memorial Sloan Kettering Kanser Merkezi’nde U. Henscke ile çalışmaya başlar. Henscke brakiterapide önemli isimdir ve afterloadingin öncüsüdür. 1959 yılında yurda döner, 1960 yılında doçent, 1967 de profesör olur.
Brakiterapi ve dolayısı ile jinekolojik tümörler, hep uygulama alanı olmuştur. Ülkemizde önce radyum iğneleri ve Manchester aplikatörleri ile çalışmış, Au198 tabancası ile dil kökü implantasyonları, tantalyum firketeleri ile mesane implantasyonunu rutin uygulamıştır. Çapa’da Cathetron ile jinekolojik tümörlerde brakiterapi, öncülüğünde başka bir boyut kazanmıştır.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’de radyoterapi bilim dalı yasa ve kadrosal zorunlulukla kurulmuştu. Dersler eğitim programı nedeni ile diagnostik radyoloji hocaları tarafından veriliyordu. Uzel Traktör Fabrikası sahipleri başlatılabilmesi durumunda bir Co-60 aygıtı alma sözünü Prof. Dr. Tarık Minkari’ye vermişlerdi. Minkari öncülüğünde Hoca Cerrahpaşa’ya geçmek için ikna edildi. Uzel’lerle isim benzerliği tamamen rastlantısaldı. Önce geçici, sonra asil kadro ile Cerrahpaşa’ya geçti. Binanın inşaatı tamamlandı ve 28.03.1978 de ilk hasta alındı. 1992 yılında emekli olana kadar Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde çalıştı.
Reha Hoca sistematik bilgiye ve kurumsal eğitime çok önem verirdi. Bunda kendi karakteri kadar aile yapısının da etkin olduğunu zannediyorum. Babası Rüştü Uzel Fransa’da fizik- kimya okumuş, çağının eğitimde önemli isimlerinden biridir. İstanbul Radyosu’nu, teknik donanımını bizzat yaparak, yayına ilk geçiren kişidir. Daha sonra milli eğitim müsteşarlığı ve teknik eğitim okulları kuruculuğunu yapmıştır.
Hoca otodidaktizmin, en azından tıpta, ciddi kusur ve eksiklere yol açabilecek bir yöntem olduğu düşüncesindeydi. Kurumsal eğitim ve farklı merkezlerde deneyim şarttı. Yetiştirdiği herkesi mümkün olduğunca yurtdışına burs bularak veya teşvik ederek gönderdi. Bu konuda katiyen bencil davranmadı. En çarpıcı örnek Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki kuruluş yıllarına aittir. Reha Hoca Çapa’dan gelirken Sait Okkan’ı uzman olarak yanında getirdi. Hemen Koç Vakfı’ndan burs bularak, 1 yıllığına İngiltere’ye gönderdi. Beş asistanla 60 yataklı kliniği tek iş bilen kişi olarak çevirmeye başladı. Rutinin hiçbir zaman dışına çıkmamıştı. Çapa’da poliklinik günleri, poliklinik bitene kadar poliklinik yaptığını biliyorduk. Alışkın olduğu bu tempoya rağmen beş iş bilmez çocukla sistemi kurmak, idari rutini yürütmek, klinik sorumluluğu yüklenmek mutlaka alıştığından fazla efor gerektiriyordu. Sait Okkan’ı elinin altında tutmak çok daha rahat, bencil bir yaklaşım olurdu. Bu işten karlı çıkan biz iş bilmez beş kişiydik. Elemanter tüm uygulamayı bu nedenle Reha Hoca’dan öğrendik.
Kütüphane hemen önemli dergilere abone oldu. Kaynak neydi bilmiyorum. Hasta yükü çok artana ve biz ilk bilgileri kazanana kadar haftada 4 gün seminerler başladı. Bu seminerleri bize yaptırır, küçük yorumlarla, doğruya ve sistematik düşünceye yönlendirirdi.
Her söylenen, bilgiye dayanmalıydı. Poliklinikte ve hasta başında tahminlerin altında mutlaka analitik mantık yatmalıydı. Yanlış veya doğru demezdi. Sorguladığı yanlıştı, birşey söylemezse doğruydu. Araştırmayla, rutin ayrı şeylerdi. Öfke, yergi ve ilginçtir, alışılmış sevgi, ödül, vurgulamaları olmadan çalıştık.
Çalıştığı dönemin çağdaş uygulama ve bilgisine sahipti. Yurt dışına gittiğimde bilgimin çok da farklı olmadığını gördüm ve ilk başlarda yanlış kuruma gittiğimi düşündüm. Halbuki kurum yanlış değildi. Hoca bizi standart düzeyde tutmuştu. Endikasyon ve standart teknik tanımını demek ki kazanmıştık. Amaçlanan farklı işleyiş, farklı düşünce, eğitim yapısı ve bizde o dönemde olmayan teknoloji ile tanışmaktı.
Yeniliğe açık bir yapısı vardı. İlk uzaktan kumandalı Co-60 brakiterapi aygıtı Cathetron, dünyada 3. aygıt olarak hocanın öncülüğünde Çapa’da kurulmuştu. Yine ülkemizde ilk bilgisayarlı planlama ünitesi Cerrahpaşa’ya kuruldu.
Meslek dışında kaliteleri vardı. Hiçbir konuda büyüklük tasladığını, bilgi sergilediğini görmedim. Kibirli değildi, alçak gönüllü demek hiç mümkün değildi. Ağırbaşlı, aşırı kontrollu ve beyefendi zannederim en iyi tanım olur. İş sırasındaki mat duruşu, iş dışında tamamen değişirdi. Klasik batı müziği zevkini evden getirmişti. Bu konudaki bilgi düzeyi satır aralarından hemen anlaşılırdı. Buna daha sonra caz zevkinin de eklendiğini biliyorum. Tarih ve arkeolojiye meraklıydı. 80 li yaşlarından sonra dahi kültür gezilerini sürdürdü.
Kesinlikle demokrat bir yapıya sahipti. Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği’nin kurucularından ve ilk başkanıdır. Tamamen demokratik bir tüzükle 2 senede bir başkan değişimi oluşturulmuştur. Otoritesi ve o yıllardaki mesleki yapıya bakarak dernekte kalıcı başkan olma şartlarını rahatlıkla oluşturabilir ve o yapı uzun yıllar, belki bir dernek daha kurularak ama kesinlikle en fazla 2 dernek olarak yürütülebilirdi. Zannederim bu model başka uzmanlık dalı derneklerini de etkiledi.
Çalışmayı 2007 yılında 82 yaşında bıraktı. O yıllarda Hoca’ya ait tedavi merkezinde hastalarımı görüyor ve tedavi yapıyordum. Bir akşam teknisyen geldi hocanın ertesi gün gelmeyeceğini söyledi. Meğerse bir daha hiç gelmeyeceğini söylemiş. Yadırgadım, biraz da gücendim. Tuhaf bir ayrılıştı. Ölümünden sonra eşi Gönül Uzel’den arkasında yatan hikayeyi öğrendim. Hoca o gün hastaya bakarken yazacağı preperatın adını unutmuş, dışarı çıkıp ilaç rehberine bakmış ve reçeteyi tamamlamış. Ben bunu unutursam daha önemli şeyleri de unuturum diyerek o anda kararını vermiş. İlginçtir ki, yaşamında en kötü dönüm noktası olan kafa travmasını geçirinceye kadar bizler ne fiziki ne de mental yaşlılık bulgusu sezmedik.
Hoca biz sevdiğimiz için mi önemlidir ? Bu bakış profesyonel yapı ile bağdaşmaz. Hoca, son yıllara kadar radyoterapinin geçtiği evreleri bir bir yaşadığı, özümsediği ve ülkemizde çağdaş radyoterapinin öncülüğünü ve temsilciliğini yaptığı için önemlidir. Yetiştirdiği kişilere sistematik bilgi gerekliliğini ve mesleki düşünce, karar verme disiplinini aktardığı için bizim gözümüzde büyüktür.
Duayen son yıllarda zaman zaman yanlış kullanılıyor. Bir ülkedeki en eski atanan büyükelçi, o ülkede yabancı dışişleri camiasının duayenidir. Yani en kıdemli kişidir. Bu nedenle sık sık duyduğumuz duayenler tanımı pek doğru değildir. Tıpta sadece kıdem önem için yeterli olur mu? Tabii ki olmaz. Duayen için bize çok uyan bir farklı yorumu aktarmak istiyorum.
“Her meslek gurubunda duayen tanımı, bir ömür boyunca damıtılan özverinin, öncesiz yaratının, örnek alınmanın ve aydınlığı çoğaltmanın sonucunda alınan bir sıfat olmuştur. Özel kişiler arasından en özele bu sıfat yakıştırılırken, kutlama, alkış, ödül, tebrik ve takdir artık çok gerilerde kalır. Onun varlığı; tanıyanlar için ödül, beraber çalışma şansını yakalayanlar için şereftir.” *
1977 den sonrasını ben biliyorum. Hoca bu tarifi hep doldurdu ve onun için önemli oldu. Mesleğimizin başında bizlere aktardığı deneyim, bilimsel düşünce sistematiği ve hastaya yaklaşım prensipleri birlikte çalışanlara hep ışık tuttu. Bu disiplin kendisiyle çalışma şansına sahip olmayanlara da nesiller üzerinden aktarılmaya devam edecektir.
Anısı önünde saygı ve minnetle eğiliriz.
Kaynaklar:
- UROK Bülteni 09/2003. İz bırakanlar.
- Gönül Uzel
- Dr. Ömer Uzel
* S. Özarmağan, Endokrinolojide Diyalog 2007:4(2)
Çapa Radyoterapi Kürsüsü (İ. Ü. İstanbul Tıp Fak. Radyasyon Onkolojisi AD.)
Çapa Radyoterapi Kürsüsü'nün Türk radyoterapi ve onkoloji tarihinde
etkileri çok büyüktür. Radyoloji ve Biyofizik Enstitüsünden yetişmiş
olan öğretim üyeleri,ülkemizde radyasyon onkolojisinin temel taşları
olmuşlardır. 1943 yılında Enstitüye Dr.Adnan Budaras'ın asistan olarak
girdiğini öğrenmekteyiz. 1942 senesinde Doç.Dr.Ahmet Atakan öğretim
üyesi olarak gelmiştir. Bazı radyoterapi uygulamalarını üstlenen bu
hekim 1958 yılında mesane kanserinden kaybedilmiştir. Dr.Adnan Budaras
1946 yılında Amerika Birleşik Devletlerine giderek Memorial Sloan
Kettering Kanser Merkezi ile Cleveland Hastanesinde iki sene süreyle
çalıştı ve 1948 yılında dönerek önceleri radyodiagnostik toplantılarını
yönetti. 1952 yılında Doçent olan Dr.Adnan Budaras 1960'da 147'ler
olayında Prof.Dr.T.Berkman'dan boşalan kürsü başkanlığına geçti (Resim
24). 1965 senesinde Profesör olan Adnan Bey 1978 yılında Anabilim Dalı
Başkanlığından ayrıldı. Aynı sene emekli olan Adnan Bey 1983 yılında
mide kanserinden kaybedildi (3,6).
Enstitüde radyoterapiye çok ilgi duyan ve kürsünün baş ve boyun
polikliniğini uzun süre yöneten diğer kıymetli öğretim üyesi Dr. İsmail
Cebesoy'du. 1955 yılında uzman olan Dr.İ.Cebesoy 1961 yılında Doçent ve
1969 yılında Profesör olmuştur. Prof. İsmail Cebesoy 1980 yılında kendi
isteği ile emekliye ayrılmıştır. 1955-1963 seneleri arasında Enstitüye
Dr.Nijat Bilge, Dr.Erdem Gökmen, Dr.Hadi Özer, Dr.Hüseyin Ekşioğlu, Dr.
Vasil Kappas asistan olarak girdiler. Bu hekimlerden Dr.Hadi Özer'i
ileri senelerde Ege Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı'nın kuruluşunda
öncü olarak görüyoruz. Dr. Erdem Gökmen ise babası Prof.Dr.Muhterem
Gökmen'in izini takip ederek, ileri senelerde İstanbul Tıp Fakültesi
Radyoloji Anabilim Dalının başına geçecektir (3,6).
Prof.Dr.Reha Uzel'in enstitüye asistan olarak gelişi 1950 senesidir ve
aynı yıl Amerika Birleşik Devletlerinde uzmanlık eğitimine devam
ettirmiştir. 1953 senesinde ise Türk Tıbbi Fizik Dalını ülkemizde kuran
ve geliştiren kıymetli bilim adamı Dr.Seyfettin Kuter'in bu ekibe
katıldığını görüyoruz. Bu kıymetli hekimlerin arasında üç bilim adamı
vardır ki Türk Radyasyon Onkolojisine damgalarını vurmuşlar ve hatta
genel anlamda Türkiye'de Onkolojinin gelişmesine ivme katmışlardır. Bu
kıymetli insanlar Prof.Dr.Reha Uzel, Prof.Dr.Nijad Bilge ve
Doç.Dr.Seyfettin Kuter'dir.
Jinekolojik tümörler ve brakiterapide öncü olan Prof.Uzel ilk intrakaviter uygulamasını radyum ile Manchester aplikatörlerini kullanarak 1955 senesinde yapmıştır. Altın 198 çekirdeklerini ve tantalyum 182 firketelerini çeşitli tümörlere uygulamıştır.
1964 senesinde dünyada üçüncü olarak Çapa'da kurulan Cobalt-60 kaynaklı ve yüksek doz hızlı, (HDR) sonradan yüklemeli (Afterloading) Cathetron aygıtı ile serviks uteri, endometrium, rektum ve uretra gibi lokalizasyonlara uygulamalar yapmıştır. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde ise İridyum 192 tel ve firketelerini İntertisiyel olarak kullanarak brakiterapi dalındaki öncülüğü yanında bir çok uzman yetiştirmiştir. 1980 senesinde yüksek doz hızlı Curietron aygıtı Cathetronun yerini almış (Cerrahpaşa) ve Çapa'da ayrıca düşük doz hızlı bir Curietron aygıtı kurulmuştur. Prof.Dr.Uzel'in ve arkadaşlarının yüksek doz hızı ile 1960 -1986 seneleri arasında İntrakaviter olarak tedavi ettikleri 916 serviks uteri olgusu Strahlentherapie und Onkologie dergisinin eki olan volüm 82 S.132-136'da yayınlanmıştır. Ayrıca "Radiaktif Izotopların İntertsiyel Kullanılışları" isimli el kitabı Türk Atom Enerji Komisyonunun bilimsel yayınlarından biri olup (1964) büyük bir eksikliği gidermiştir (3,6).
Cerrahpaşa ve Çapa'daki kurumlar 5 Eylül 1967 yılında iki ayrı tıp
fakültesi olarak ayrıldığında (İstanbul ve Cerrahpaşa) Cerrahpaşada 1974
senesinde kurulan radyasyon onkolojisi anabilim dalına bir yönetici
gerekiyordu. Prof.Tarık Minkari ve Prof.Muhlis Tuzlacı tarafından ikna
edilen Prof.Uzel kurumun başkanlığına 1977'de tayin edildi. 28 Mart
1978'de resmi açılışı gerçekleştirilen Anabilim Dalı iki Co-60 aygıtı,
iki Lineer akseleratör, iki simülatör, tedavi planlama sistemi ve 75
yatağı ile modern bir radyoterapi merkezi olarak hizmete başladı. Prof.
Uzel'in Çapadan transfer ettiği Dr.Sait Okkan, Dr.Sedat Türkan ve
Cerrahpaşa radyodiagnostik ABD'dan gelen Doç.Dr.Baki Sübütay ilk
çekirdeği oluşturdular (3,6,11)(Resim 27).
Prof. Bilge ve Prof. Uzel, Prof. Berkman'dan aldıkları emaneti ve
sorumluluğu, onları izleyen kuşaklara başarıyla taşıyan hocalardır.
Radyoterapinin gelişmesinde görevlerini mükemmel bir şekilde taşıyarak
birbirlerini tamamlamışlardır.
Prof.Bilge 1956 senesinde enstitüye genç bir asistan olarak gelmiş, 1960 senesinde uzmanlık 1965'de doçentliğini alan Prof.Bilge 1970 senesinde profesör olmuştur. 1960 yılında Amerika Birleşik Devletlerine giderek New York'ta Albany Tıp Merkezinde, 1961 yılında Winston Salem'de Bowman Gray Tıp Fakültesinde, 1962 yılında ise Buffalo'da Roswell Park Memorial Enstitüsünde ve New York'ta Rochester Tıp Fakültesinde bilgi ve deneyimini arttırdı. Murphy ve Philip Rubin gibi kıymetli araştırmacılarla çalıştı. 1963 yılında ülkesine dönen Prof.Bilge'nin reformist, mücadeleci ve idealist kişiliği ile yalnız kurumunda değil İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin yönetsel organizasyonuna da katkıları olmuştur. 147'ler olayından sonra 1962 de kürsüye dönen Prof.A.T.Berkman başkanlığı bırakmış ve Prof.A.Budaras başkanlığa devam etmiştir.
1963 senesinde yeni bir düzenleme ile radyoterapi ve radyodiagnostik ayrılmış ve A.Budaras, R.Uzel, I.Cebesoy, N.Bilge ve O.Aldemir radyoterapi kürsüsünde görev almışlardır. İstanbul Tıp Fakültesinde Prof.Cihat Abaoğlu döneminde yönetime girerek aktif komisyonların oluşmasını sağlamış ve Prof.Haluk Alp ile beraber bütçe plan ve maddi işler komisyonunu yürütmüştür. Bu posizyon sayesinde 1974 yılında kürsünün alet parkını genişletmiştir (Betatron, Mevatron ve bir Simülatör). 1973 yılında Fakülte Kuruluna, radyoterapi yanında klinik onkoloji derslerinin staj programında verilmesini kabul ettirerek o dönemde tıp fakültesinde onkoloji eğitimini geliştirmiştir. Diş Hekimliği Fakültesinde Patoloji ABD başkanı rahmetli Prof. Melih Tahsinoğlu ile beraber 1972 senesinde kurdukları "Kemik Tümörleri Rejistrasyon Merkezi" halen haftalık toplantıları ile İstanbul bölgesi hastanelerinden gelen olguları mültidisipliner olarak değerlendirmektedir. 29 senedir devam eden bu toplantılar Türkiye'nin ilk ve en kapsamlı kemik ve yumuşak doku tümörleri kayıt merkezi olarak yürütülmektedir. Bu merkezin çalışmalarının sürdürülmesinde Prof.Gülçin Erseven, Prof.Canan Alatlı ve rahmetli Doç.Dr.Metin Alatlı'nın emekleri büyüktür (3,6,11).
1965 yılında Prof..Berkman'a teklif ettiği ancak kuruluşu 10 sene gecikmeyle (1975) gerçekleşen "Türk Onkoloji Derneği" Prof.Bilge'nin bir diğer başarısıdır. Başkanı olarak bu dernek vasıtasıyla Türk Onkoloji alanında verdiği hizmetlerin, mezuniyet sonrası onkoloji eğitiminde büyük katkısı olmuştur.
1990 senesinde ülkemizde ilk defa Avrupa Onkoloji Okulunun (ESO) İstanbul'da kemoterapi kursu düzenlenmiş ve Türk tıbbi onkologlarının eğitimlerine büyük yardımı olmuştur. Bu kursun düzenlenmesinde Prof.Bilge'ye yardımcı olarak, Dr.Haluk Onat ve Dr.Münir Kınay'ın katkıları önemlidir. Derneğin uluslararası olarak 1985'te düzenlediği "Türk - Arab Meme Kanseri Simpozyumu" ve 1987'de düzenlediği "Toxicology Forum İstanbul Meeting" diğer başarılı toplantılardır.
Derneğin en önemli üretimi 1977'de ön çalışmaları ile Türk onkolojisine armağan diğerleri gibi ettiği "Türk Onkoloji Dergisi" dir. Prof.Bilge önem verdiği bu konuyu asistan Dr.Münir Kınay'ın yardımları olmuştur.
1978 senesinde radyoterapi kürsüsü başkanı olan Prof.Bilge 1983'te İstanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi başkanı olmuştur. 1978'den sonra Fransız kredileri ile Anabilim Dalındaki alet parkını genişletmiş ve kurumu daha modern hale getirmiştir (Resim 29) (Saturn tedavi aygıtının gelişi, Co-60 aygıtlarının değişimi, HDR ve LDR Curietron aygıtlarının gelişi, TPS ve iridyum setlerinin gelişi). En büyük başarısı,hayallerini sürekli süsleyen multidisipliner bir onkoloji enstitüsünün yaşama geçirilmesidir. 1982 senesinde kurulan "İstanbul üniversitesi Onkoloji Enstitüsü" günün şartlarına bağlı kalarak 1986 yılına kadar kağıt üzerinde kalmış ve Prof. Şeref Cemil İnceman ve Prof.Bülent Berkarda' nın enstitü müdürü oluşu ile gelişme ivme kazanmış ve Türk onkoloji tarihinin başladığı Çapa'daki bina, Emin Aktar Vakfı ve diğer hamiyetli vatandaşların yardımları ile restore ve tefriş edilerek 1987'de yeni şekli ile hizmete açılmıştır (Resim 30,31).
1990 senesinde binaya yapılan yeni ekler ve restrosyonlarla "Kanser Araştırma Laboratuarları" hizmete girdi. Enstitüde yatırılamayan ileri kanserli hastalar için bir tür "Hospice" kavramında 24 yataklı bir sosyal hizmet evi Yeniköy'de 1994'de açıldı (3,6,12). Enstitünün araştırma laboratuarlarının oluşmasındaki ana destek Prof.Bilge'nin 1990 senesinde kurduğu "Türk Onkoloji Vakfı" nın katkılarıyla olmuştur.
Enstitünün bilimsel akademik düzeni için oluşturulan Anabilim Dalları içerisinde Temel onkoloji Anabilim Dalına bağlı olarak oluşturulan Radyofizik ve Radyobiyoloji Bilim dalları, radyasyon onkolojisinde bu dallarda gereksinim duyulan insan gücünün sağlamak için açılmış ve şu anda ülkenin 27 merkezinde çalışan tıbbi fizik uzmanlarının bir çoğu bu programlarda eğitilmişlerdir. Klinik Onkoloji Anabilim Dalı altında Türkiye'de ilk defa yer alan Radyasyon Onkolojisi ve Cerrahi Onkoloji Bilim Dalları Prof.Bilge'nin bu konudaki duyarlılığını göstermektedir (Resim 32, 33).
1987'de Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesinden transfer edilen
Prof.Cemalettin Topuzlu ve 1988'de gelen Doç.Dr.Sıdıka Kurul Cerrahi
Onkolojinin multidisipliner yapıda tohumlarını atmışlardır. 1989 yılında
Beşiktaş Rotary Derneğinin destekleri ile enstitüde tam olanaklı
Topuzlu ameliyathaneleri kurulmuştur (Resim 30).
Enstitünün bu gelişimsel atılımları sırasında Prof.Bilge'ye müdür
yardımcıları olarak eğitim sorumlusu Dr.Münir Kınay ile mali işler
sorumlusu Dr.Haluk Onat'ın katkıları olmuştur ve Onkoloji Enstitüsü 1990
yılında Avrupa Onkoloji Enstitüleri Birliği Üyeliğine kabul edilmiştir.
Prof.Bilge "Avrupa Radyoterapi ve Onkoloji Birliğinin" (ESTRO)
1980'deki ilk kurucu üyelerinden biridir.
Prof.Bilge'nin Türkiye'de " Medikal Fizik Derneği" nin kurulmasında
önemli katkıları olmuştur. Onkolojideki Türkçe kitap açığını çok iyi
bilen Prof.Bilge 1981 senesinde Amerikan kanser Derneğinin bir yayını
olan Philip Rubin'in Klinik Onkoloji kitabının çeviri editörlüğünü
yapmış ve bu çabasında kendisine Dr.Münir Kınay ve Dr.Nurettin Onur
yardımcı olmuştur. Bu kitap 80'li yıllarda onkoloji bilgi açığını
kapatmıştır (12).
Prof. Bilge 1993 senesine kadar Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Klinik Onkoloji Anabilim dalı başkanlılıklarına ve Enstitü Müdürlüğüne devam etmiş ve aynı sene kendi isteği ile müdürlük görevinden ayrılarak diğer görevlerine devam etmiştir. 1997 senesinde emekli olan Prof.Bilge halen özel tababete devam etmektedir (Resim 34,35).
Prof.Dr.F.Dessauer'ın 1934 yılında ülkemize gelişiyle beraber kurulmuş
olan Radyoloji ve Biyofizik Enstitüsünde çalışmalar hızla devam etti.
Prof.Dessauer fizikci olmasına rağmen uğraşları daha çok tedavi
tekniklerinin geliştirilmesi ve radyobiyoloji üzerine idi. Enstitüde o
dönemde modern bir fizik laboratuarı ve elektrik ve teknik atölye
kurulmuştu. Prof.Dessauer Almanya'dan hekim olarak Dr.E.M.Uhlman ve
tıbbi fizik uzmanı olarak Dr.Kurt Lion'u davet eder. Enstitü o dönemde,
tüm ülkenin,radyoloji ve radyoloji fiziğinin öğretildiği bir eğitim
merkezi haline gelmiştir. 1960 yıllarına kadar askeri ve sivil hekimler
eğitimlerini burada görmüşlerdir (3,6,8).
Prof.F.Dessaur'un 1937 yılında enstitüden ayrılmasını takiben Viyana'dan gelen Prof.Max Sgalitzer başkanlığa atanır ve 1943 yılında enstitüden ayrılır. Bu dönemde Tıbbi Fizik uzmanı Dr.K.Lion'un da ayrıldığını ve yerine Almanya'dan fizik uzmanı Dr. Reininger ve mühendis Weisglass isimli uzmanlarının teknik atölye ye tayin edildiklerini öğrenmekteyiz. Bahsi geçen uzmanların da 1950 senesinde enstitüden ayrıldığını görüyoruz. İlginç olan bu yabancı uzmanların hiçbir Türk fizikçisi yetiştirmemiş olmalarıdır.
Çözüm 5 Mart 1953'te geldi. Aynı sene İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Matematik Bölümünden mezun olan genç fizik uzmanı Seyfettin Kuter enstitüye atandı. Görevi Radyoloji Fiziği dersleri vermek,aygıtların bakım, onarım ve klinik işlerini yapmaktı. Birkaç sene içerisinde S.Kuter asistan hekimlere teknisyenlere ve diğer fizik uzmanlarına tıbbi fizik kursları vermeye başladı ve böylece Türkiye'de ilk "Medikal Fizik" eğitimini başlatmış oldu.
Enstitüye 1956 ve 1957 senelerinde CENTO (Bağdat Paktı) yardımıyla radyoizotop ölçüm ve uygulama ve radyasyon ölçüm ve koruma aygıtları geldi. Kliniğin üst katında kurulan radyoizotop laboratuarında radyoterapistler ve endokrinologlar beraber çalışmaya başlayarak nukleer tıp bilim dalının ülkemizde temelini oluşturdular. Benzer laboratuarlar Haseki Tedavi Kliniğinde ve Ankara Tıp Fakültesinde kuruldu.
S.Kuter 1961 yılının ekim ayında görgü ve bilgisini arttırmak için Birleşmiş Milletler Geliştirme Projesi (UNDP) kapsamında İngiltere'ye gönderildi. Radyasyon fiziği, radyasyondan korunma ve Kobalt-60 aygıtlarının klinik uygulamaları ile ilgili kursları takip etti ve 1962 ekim ayında yurda döndü. 1963 yılında Kobalt-60 aygıtları için eski binanın bitişiğinde yeni bir bina inşa edildi ve bu binaya "Prof.Dr.F.Dessauer Yüksek Voltaj Radyoterapi Merkezi" adı verildi. 1964 yılında Kobalt-60 aygıtlarının düzenli çalışmaya başlamasından sonra uluslararası Atom Enerji Merkezi katkıları ile Çapa'da "Temel Radyoloji Fiziği Kursu" düzenlendi. İngiltere'den Dr.J.Roberts ve ülkemizden tıbbi fizikçi ve radyoterapistler tarafından dersler verildi. Bu kursa o dönemde 75 kişi katıldı (Resim 36).
1969 yılında dünyada üçüncü olarak Çapa'da kurulan uzaktan kontrollü
Kobalt-60 kaynağı ile çalışan "Cathetron" isimli aygıt satın alındı ve
bu aygıtın kurulması ve fizik ölçümleri S.Kuter tarafından yapılarak
1970 yılında hizmete girdi. İngiltere'den Dr.O'conell ve tıbbi fizik
uzmanı Dr.Liversage Jinekolojik kanserlerde Cathetron ile tedavi
projelerinin çalışmalarına katıldı. S.Kuter bu aygıtta "Uterus
Kanserlerinin Tedavisinde İzodoz Dağılımı ve Doz Ölçümleri" isimli
doktora çalışmasını yaparak "Tıpta Bilim Doktoru" (M.Sc.Dr.) ünvanını
aldı(6).
1982 yılında Onkoloji Enstitüsü kurulunca Temel Onkoloji Anabilim dalına
bağlı olarak gelişen Tıbbi Radyofizik Bilim Dalı 1986-1987 eğitim
döneminde akademik eğitimine başladı ve yüksek lisans ve doktora
programları açtı. Bu bilim dalının başına Dr.S.Kuter getirildi (Resim
37).
1987 yılının Mayıs ayında Yardımcı Doçent olan S.Kuter 2 Kasım 1987 tarihinde Üniv. Doçenti oldu. Yılmayan çabasıyla aynı sene I.Ulusal Medikal Fizik Kongresini düzenleyen Dr.S.Kuter 1988 yılında Medikal Fizik Derneğinin kurulmasında büyük emek sarfetti. 1993 yılına kadar aktif çalışan Doç.Dr.S.Kuter aynı sene yaş haddinden dolayı emekli oldu ve halen bu Bilim Dalı Başkanlığını Doç.Dr.Gönül Kemikler yürütmektedir.
Doç.Dr.Seyfettin Kuter'in, Türkiye'de Tıbbi Radyofizik Dalının gelişmesi için çaba ve gösterdiği gayret örnek niteliktedir. Radyasyon Onkolojisinin gelişmesi bu öncü insanın büyük katkıları ile olmuştur. Ülkemizde kurulmuş olan akademik ve özel birçok merkezin teknik organizasyonuna katkısı vardır. Radyasyon onkolojisi tarihine ışık tutan, enstitü içinde geliştirdiği müze ile de bir ilk'e daha adım atmıştır (Resim 38).
Bu üç kıymetli insanın çabaları ve gayretleri ile radyoterapi büyük bir
aşama göstermiş ve Çapa'da gelişimini sürdürerek ileride Türk
onkolojisine damgasını vuracak hekimler yetiştirmiştir. 1960'lar da
dünyadaki klinik onkolojiye olan eğilim, multidisipliner çalışmalara
inanan bu hekimler, özellikle yataklı bir kurum olmaları ve o dönemde
yalnızca radyoterapiye gelen hasta bakımını yüklenecek sayıda asistan
bulunduğundan iç hastalıklarından bazı hekimlerin de Çapa Radyoterapi
Kliniğinde görev almalarını sağlamışlardır.
Çapa'daki kürsünün ilk radyoterapi asistanları olarak, 1972 yılında giren Dr.Sait Okkan'ı ve Dr. Oktay İncekara'yı görmekteyiz. Dr. Sait Okkan 1977 senesinde Prof.R.Uzel ile birlikte Cerrahpaşa Tıp fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim dalı'na geçti ve başarılı bir grafik çizdi. Dr.Oktay İncekara önce Fransa Dijon'da Prof.J.C. Horiot'nun yanında iki sene kalarak kürsüye geri döndü ve uzmanlığını aldıktan sonra önceleri serbest ve daha sonra Şişli Çocuk Hastanesinin (Etfal) radyasyon onkolojisi bölümüne şef olarak atandı (3).
Dr.Metin Aran hematoloji ile ilgili iç hastalıklar uzmanı olması nedeni ile enstitünün hematoloji servislerini ve laboratuarını 1962 yılından beri yönetiyordu. Bu görevlerinin yanında, Prof.Berkman'ın önerisi ve desteği ile kemoterapi ile de ilgilenmeye başladı. Çoğu ağır ve tıbbi problemi olan yatan hastaların bakımına yardımcı olmak ve tıbbi hizmetleri götürmek amacı ile iç hastalıkları uzmanı Dr. İmer Adalı 1965 yılında kuruma katıldı. O dönemlerde radyoterapist, hastaların cerrahi ve radyoterapi dışı tedavileri ile de uğraşan yeğane hekimdi. Yeni gelişmeye başlayan kemoterapiyi de yurdumuzda onlar üslenmişlerdi. Dr. Aran ve Dr. Adalı bu konuda önce yardımcı sonra yürütücü görevini üstlendiler. Bu iki hekim Türkiye'nin ilk medikal onkologlarındandır. Bu hekimlerin katılması ile kemoterapi araştırmaları da ülkemizde başlamıştır (13,14). Doç.Dr.Metin Aran'ın 1974 yılında yayınlanan "Klinikte Kanser Kemoterapisi" isimli kitabı ise bu konuda ülkemizde basılmış ikinci kitaptır (15) (ilgili bölüme bakınız). Doç.Dr.Metin Aran 1974 yılında Enstitüden ayrılarak SSK Okmeydanı Hastanesi Onkoloji Bölümünün başına geçti ve daha sonraları Prof.Bedii Gorbon Hocamızın kurduğu Türkiye Kanserle Savaş Vakfının İstanbul Leventteki Onkoloji Hastanesinde kıymetli çalışmalarına devam etti. Bu kurumda yapmakta olduğu periyodik bilimsel toplantılar ve "Kanser Gündemi" adı altında çıkardığı dergi ülkemizdeki sürekli onkoloji eğitimine katkıda bulunmaktadır.
1973 yılında kürsüye asistan olarak giren Dr.Gökhan Töre daha önce yapmış olduğu Kadın Hastalıkları ve Doğum ihtisası nedeni ile Jinekolojik onkolojiye yöneldi ve Prof.R.Uzel'in Cerrahpaşa'ya geçişi ile Çapa'daki jinekolojik onkoloji ve brakiterapi dallarının gelişmesinde büyük emek sarfetti. 1980 senesinde kürsüye asistan olarak giren Dr.Işık Aslay'ın katkılarıyla jinekolojik onkoloji ve brakiterapi daha da gelişmiştir. Türkiye'de bu dalın öncüleri arasına giren Dr.G.Töre halen İstanbul Onkoloji Enstitüsü içerisindeki Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalının başkanıdır.
Jinekolojik Onkolojinin Türkiye'de öncüsü sayılan Prof.R.Uzel Cerrahpaşa'daki motivasyonu ile Dr.Derin Kösebay, Dr.Turgay Atasu ve Dr.Selçuk Erez'in katkılarıyla Jinekolojik Onkoloji Derneği kuruldu ve Türkiye'de ilk defa Jinekolojik Onkoloji Bilim Dalı faaliyete geçti. 1978 yılında Fransız Hükümetinin sağladığı kredi ile Çapa'nın aygıtlanması sağlanmış ve bu kredinin şartları içerisinde hekimlerin Fransa'da eğitim konusu gündeme gelmiştir. Türkiye'den çok sayıda hekimin ve özellikle radyasyon onkologları Fransa'nın çeşitli onkoloji merkezlerinde, bu program ve 1979 yılında oluşturulan Türk Fransız Koanseroloji Günleri programı çerçevesinde eğitim almışlardır (Resim 39).
Bu dönemde renkli kişiliği ile Paris Tenon Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölüm Başkanı Prof.Alain Laugier'yi görmekteyiz. Bir Türk dostu ve Atatürk hayranı olarak Prof. Laugier'nin Türk onkolojisine katkıları büyüktür. Bölümüne eğitim için gelen Türk hekimlerini yetiştirmesi yanında İstanbul Üniversitesinden Prof.Dr.Bülent Berkarda ve Hacettepe Üniversitesinden Prof.Dr.Dincer Fırat'ın çabalarıyla 1979 yılında başlatılan ve halen 22'cisi yapılan Türk-Fransız Onkoloji Günleri" ile ülkemizde onkolojinin gelişmesine ve mezuniyet sonrası onkoloji eğitimine büyük katkıları olmuştur. (Resim 40, 41) (16).
1978 senesinde Çapa'daki kürsüye asistan olarak giren Dr.Münir Kınay Fransız kredi sisteminin sağladığı burstan faydalanarak Pariste Tenon Hastanesinde Prof.A. Laugier'nin departmanında, Curie Enstitüsünde ve Gustave Roussy Enstitüsünde bilgi ve görgüsünü arttırmış, 1982 yılında yurda dönerek Prof.N.Bilge'nin yanında Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı'nın, İstanbul Onkoloji Enstitüsünün ve Radyasyon Onkolojisi Derneğinin gelişmesinde büyük çabalar sarfetmiştir. Enstitünün eğitim sorumlusu olarak Dr.Haluk Onat'la beraber çalışmalarını 1992 senesine kadar sürdüren Dr.M.Kınay İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı'nı kurmak üzere İzmir'e gitmiştir.
İstanbul Üniversitesi İstanbul ve Cerrahpaşa Tıp Fakülteleri Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalları pek çok kıymetli uzman yetiştirmiştir. İstanbul Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı başkanlığını halen Prof.Dr. Ahmet Karadeniz sürdürmektedir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi ABD başkanlığına Prof.Dr.Reha Uzel'in ayrılmasından sonra Prof.Dr.Sait Okkan gelmiş ve 2000 yılında bu görevi Prof.Dr.Ahmet Ober'e devretmiştir.
Ankara Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Merkezi
Ankara Tıp Fakültesi 1946 yılında eğitime başladı. Cebecideki Gülhane askeri Tıp Akademisi Hastanesi binalarının bir kısmı, bu arada radyoloji bölümü, Tıp Fakültesine devredildi. Radyoloji Kürsüsü başkanlığına Prof.Dr.Efdal Aşar getirildi (Resim 25). Böylece mevcut radyoterapi aygıtı da Tıp Fakültesine geçmişti. Bölümün başlıca uğraşı daiagnostik radyoloji idi. Radyoterapi amatör zihniyetle ve günün anlayışından uzak bir yaklaşımla sürdürülmekte idi. Aynı bölümde Profesör olan Dr.Mehmet Ali Tanman radyoterapiye daha fazla ilgi duyuyordu (Resim 44). Amerikan yardımından Türkiye'ye iki kobalt aygıtının hibe edilmesi söz konusu idi. İki AECL Theratron Junior aygıtı verildi. Biri İstanbul, öbürü ise Ankara Tıp Fakültelerine ayrılmıştı. Ankara'da Prof. Tanman'ın çabası ile bu cihazın konulabileceği bir bina, bir kısmında da Nükleer Tıp kürsüsünün çalışabileceği şekilde, tamamlandı. Radyoloji kürsüsünden ayrı olduğunu vurgulamak için Radyobiyoloji Enstitüsü adını almıştı.
Bu cihaz eski bölümdeki ortovoltaj aygıtından bağımsız olarak çalıştırılmakta idi. Böylece Ankara'da bu ayrılık nedeni ile halk arasında, hatta bazı doktorlar tarafından radyoterapi bir süre "Radyobiyoloji Tedavisi" adı ile anılmaya devam etti. Prof. Mehmet Ali Tahman 1962 yılında vefat etti. Radyoterapiyle başlıca Prof.Emin Faik Üstün ilgileniyordu. Kendisinin Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi radyoloji kürsüsünün başına atanmasından sonra radyoterapi ile, 1971 yılında doçent olmuş olan Dr.Erdoğan Işıkman ilgilenmeye başladı (Resim 45). Radyasyon Onkolojisi anabilim dalı başkanlığına 1987'de atandı. Profesörlüğe bir yıl sonra yükseldi. En verimli yaşında, 1992 yılındaki vakitsiz ölümünden sonra yerine çalışma arkadaşı Prof.Dr.Ahmet Çakmak geçti. Dr.Çakmak 1979 yılında doçent olmuş,1988'de profesörlüğe yükselmişti. Prof.Işıkman ile başlayan modern radyoterapi anlayışına geçiş Prof.Çakmak ile gelişti. Çağdaş bir radyoterapi kurumu için gerekli tüm aygıtlar temin edilerek güncel radyoterapi standartlarına ulaşıldı (3).
İlk üç boyutlu radyoterapi tekniğinin kullanışı bu merkezde başladı. 1999 yılında Prof.Çakmak'ın ayrılması ile Anabilim dalı başkanlığına Doç.Dr.Cengiz Kutman geçti. Dr.Kutman aynı zamanda Türkiye'nin ikinci kuruluşu olan Dikimevi Radyoterapi Tekniker Okulu'nun da program müdürüdür.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Hacettepe Tıp Fakültesi içindeki radyoterapi bölümü radyoloji kürsüsüne
bağımlı olarak 1970 yılında kurulmasına rağmen ilk hasta 1968 yılında
300KV ortavoltaj aygıtı ile tedaviye alındı. Radyoterapi bölümünün
başına Doç.Dr.Mustafa Sipahi getirildi. İki Cobalt 60 aygıtı 1972
yılında kurulmuştu. Dr.Sipahi Amerika'da Boston Childrens Hospital'da
radyoterapi eğitimi görmüştü. Düzenli bir çalışma içerisindeydi. Ne
yazık ki Dr.Sipahi kısa süre sonra çok erken yaşta, 1974 yılında
yaşamını kaybetti (Resim 55). Bunun üzerine, radyoterapi, diagnostik
eğitimli ancak Amerika Birleşik Devletlerinde bir yıl radyoterapi
eğitimi almış olan Prof.Dr.Ali Namık Şener tarafından yönetildi (Resim
56) . Bir süre sonra Cobalt aygıtları arıza yapmaya başladı ve zamanla
kullanımdan çıktı. Hacettepe aletleri olmayan bir radyoterapi kuruluşu
olarak 1989 ile 1993 yılları arasında yalnız eğitim vererek devam etti.
Dr.Lale Atahan 1975 yılında radyoloji kürsüsüne asistan olarak girdi (Resim 57). Radyoterapi üzerindeki eğitimini geliştirmek için 1982 yılında Paris'e gönderildi. Orada Gustave Roussy ve Curie Enstitüleri ile Tenon Hastanesinde çalıştı.
Yurda 1983 yılında döndükten sonra 1985'de doçent oldu. Radyoloji
kürsüsü içinde radyoterapi bölümünün yönetimi ile görevlendirildi.
Profesörlüğe 1990 yılında yükseldi. Hacettepe'de Radyoterapi 1991
yılında özerk bir anabilim dalı haline getirildi.
Lale Atahan başkanlığı üstlendi. Kendisinin devamlı uğraşları sonunda
bu günkü modern radyoterapi kürsüsü oluştu. Kadrosu ve teknik donanımı
tamamladı, 1993 yılı Kasım ayından itibaren Prof.Dr.Lale Atahan'ın
başkanlığında Hacettepe Onkoloji Hastanesindeki yeni yerleşim alanında
güncel radyoterapi standartlarındaki çalışmalarına başladı (3)(Resim 57,
58).
Türk Radyasyon Onkolojisi camiasının ilk hanım başkanı oluşu, bu
disipline bayan hekimlerin ilgisini arttırmıştır. Departmanını kısa
sürede Türkiye'nin en iyi merkezlerinden biri haline getiren Prof.Atahan
multidisipliner yaklaşıma olan inancı ve bilimsel tartışmalarda
disiplin ve bilgi hakimiyeti ile onkolojide radyoterapinin yerini
sağlamlaştırmıştır. Fransa ile ilişkilerini canlı tutan Prof.Atahan,
uluslararası bilimsel platformda birçok tanınmış bilim adamı ile
işbirliğine girerek Türk radyoterapi disiplini çok iyi temsil etmiştir.
Ülkemizde organize edilen uluslararası ve ulusal toplantılarda bilimsel
faaliyetleri ile dikkati çeken Prof.Atahan 1999'da Avrupa Radyoterapi ve
Onkoloji Derneğinin (ESTRO) yönetim kuruluna seçilmiştir. Ankara'da
düzenlenen Avrupa Onkoloji Okulu (ESO) kurslarında, Türk- Fransız
Günleri toplantılarında konuşmacı ve yönetici olarak görevler almıştır
(3,16).
Çalışkan, dürüst, disiplinli, mücadeleci, duyarlı ve sosyal kişiliği ile
örnek bir öğretim üyesi olan Prof. Atahan yetiştirmekte olduğu
öğrencileriyle Türk Radyasyon Onkolojisine katkıları büyüktür (Resim
59).
Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Gülhane Askeri Tıp Akademisinin Cebeci'deki binaları Ankara Tıp Fakültesine devredildikten sonra Ankara, Etlik'te şimdiki yeni binasına taşındı. Radyoterapi diognostik radyoloji bölümüne bağlı olarak çalışıyordu. Tabib Albay,Dr.Necdet Beken radyoterapi bölümünü yönetmek üzere görevlendirildi (Resim 53). Emekli olduktan sonra Radyolojinin başına Prof.Celalettin Yazgan geldi. Bölüm içerside radyoterapiye ilgi duyan hekimler arasında Dr.Kamil Sungur ve Dr.Yücel Pak bölümün gelişmesi için çaba harcıyorlardı. Dr. Sungur bir süre sonra bölümden ayrıldı.Kuruma 1973 de asistan olarak girmiş olan Dr. Yücel Pak 1982'de doçent olmuştu. Radyoterapinin 1984'te ayrı bir bölüm haline gelmesi ile anabilim dalı başkanlığına getirildi (Resim 45). Modern yapılanma, personel, araç ve gereç bakımından tamamlanarak günümüzdeki tam teşekküllü radyoterapi bölümü ortaya çıktı. Dr.Yücel Pak 1987 yılında Profesör oldu. Halen Anabilim Dalı başkanlığını sürdürmektedir.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Gazi Üniversitesi Tıp Fakülteside radyoterapi bölümü kurma gereksinimini duydu. Kuruluş 1995 yılı sonunda gercekleşti. Modern bir kuruluş için gerekli araç ve gereç bölümün başına getirtilen Doç.Dr.İbrahim Egehan'ın danışmanlığı ile sağlandı ve 1996'da hasta tedavisine başlandı. Böylelikle Ankara yeni bir modern radyoterapi merkezine daha sahip oldu.
SSK Okmeydanı Hastanesi Onkoloji Merkezi
SSK Okmeydanı Hastanesi Onkoloji Merkezi, Hastanenin bünyesinde 1957
yılında şekillenmeye başladı. O zaman radyoterapi Dr. Naci Berkay'a
bırakılmıştı. Merkez zamanla gelişmeye başladı. Radyoterapinin başına
Dr. Oktay İncekara getirildi (Resim 60). Radyoterapi Fiziği için ise Dr.
Erol Laçin görevlendirildi. Radyoloji ve Biofizik Enstitüsü kökenli bu
iki bilim adamının gayretleri ile bugün büyük hasta sayısına hizmet
veren onkoloji merkezi oluştu. Dr.İncekara'nın ayrılmasından sonra
görevi Doç.Dr.Mustafa Ünsal üstlendi(Resim 61).
Gayretli çalışmaları ile teknik donanımını tamamlayan bu üniteyi modern bir radyoterapi merkezi haline getirdi.
Şişli Etfal Hastanesi daha 1933 yılından beri bir radyoterapi bölümüne
sahipti. İstanbul Üniversitesi için kurulmuş olan bu bölüm Çapa'ya
taşınınca Şişlideki kuruluş Etfal Hastanesine kalmıştı. Bölümde bundan
sonra çalışan radyoterapist Dr.Vasfi Yener hakikaten kendini işine
adamış bir kişiydi. Ancak bütün çabalarına rağmen kurumda bir gelişme
sağlayamadı. Dr.Yener'in emekliliğinden sonra radyoterapinin başına SSK
Okmeydanı Hastanesinden ayrılan Dr.Oktay İncekara getirildi (3,6,8,12).
Temin edilen Cobalt 60 cihazları ile başvurulara cevap verebilecek bir
merkez oluştu.
Vakıf Gureba Hastanesi
Vakıf Gureba Hastanesi bünyesindeki radyoterapi merkezi gene Radyoloji ve Biyofizik Enstitüsü kökenli uzmanlarca yönetildi. Başlangıçta, 1970'de Çapa radyoterapiden gelen Dr.Eroğul Civelekoğlu, Radyoloji Bölümünün başında diognostik ve radyoterapiyi yönlendirme görevini üstlendi. Dr.Civelekoğlu'nun 1984'te emekliliğini isteyerek ayrılmasını izleyen yeniden yapılanma süreci uzun ve sıkıntılı geçti. İthal edilen modern aygıtlar uzun süre yerlerine monte edilemedi. Bütün bu olumsuzluklar sonunda aşılarak Dr.Nurettin Unur yönetiminde bölüm standart tedavi hizmeti verebilecek yapılanmaya kavuştu.
Kartal Devlet Hastanesi başlangıcı 1980 yılına dayanan uzun bir yapım
ve kuruluş döneminden sonra 1993 yılında araç ve gereçlerini tamamladı.
Tıbbi ve teknik kadrosunu oluşturması ve hasta kabulüne başlaması 1994
yılını buldu.
Şimdi İstanbul'un bir bölgesinin tedavi gereksinimini karşılamaktadır.
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi kuruluşundan epey bir süre geçtikten sonra radyasyon onkoloji merkezini kurmaya karar verdi. Anabilim dalı 1997'de oluştu, hasta tedavisine başlandı. Sıkışık bir düzen içinde çalışması öngörülen radyoterapi bölümü Y.Doç.Dr.Meriç Şengöz yönetiminde hizmet vermektedir. Marmara Tıp Fakültesine yaraşan daha iyi şartların sağlanması gerekmektedir. Nöroşirurji Anabilim Dalına bağlı olarak çalışan "Gamma-Knife" tedavi ünitesi Türkiye'de ilk ve tek olarak 1997 yılında burada kurulmuştur.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji bölümü içerisinde bir
radyoterapi ünitesinin kurulması kararlaştırılmıştı. Bölümün başında
Ankara Tıp Fakültesinden gelen Prof.Dr.Emin Üstün vardı Radyoterapiye
önem veriyordu. Bunun için radyoterapi için düşünülen binayı o zamanın
teknik şartlarına göre 1973 senesinde yaptırmaya başladı. İnşaat 1975
yılında tamamlanmıştı. Ancak içine konacak radyoterapi aygıtları
alınamamış idi (3).
Prof.Üstün kurmaya çalıştığı kurumun tamamlanmasını göremeden 1975
yılında genç yaşta lösemiden kaybedildi (Resim 51). Radyoloji kürsüsünün
başına aynı yıl radyoloji ve biofizik enstitüsü kökenli Prof. Dr. Hadi
Özer Atandı. Onun yönetiminde radyoterapi bölümü 1976 yılında kuruldu.
Radyoterapi uygulamalarını önceleri Dr.Şen Uysal üstlenmişti. Görevini
1985 yılına kadar sürdürdükten sonra kürsüden ayrıldı. Radyoterapi
çalışmalarının başını Dr.Ayfer Haydaroğlu çekmeye başladı.
Radyoterapinin diognostikten 1988 yılında ayrılmasından sonra, 1986
yılında Doçent olan Dr.Haydaroğlu anabilim dalı başkanlığını üstlendi.
1988 yılına kadar tek kobalt cihazı ile süren tedavileri ikinci kobalt
cihazı, simülatör ilavesi ile yenilendi. Doç.Dr.Ayfer Haydaroğlu 1991
yılında profesör oldu.
1992'de Lineer hızlandırıcı, Brakiterapi planlama cihazlarının temini
ile klinik ikinci modernizasyon hamlesini yaptı. Prof.Haydaroğlu üstün
çabalarıyla yalnız radyoterapide değil genel anlamda onkolojinin Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi içerisinde gelişmesine öncülük yaptı. Türk
Kanser Araştırma ve Savaş Vakfının İzmir şubesinin yönetim kurullarında
görev alarak çeşitli mezuniyet sonrası toplantıların düzenlenmesini
sağladı. Kanser kayıt konusuna önem vererek İzmir yöresinde Kanser
Epidemiyolojisine ışık tuttu. Her yıl farklı bir konuda düzenlenen "Ege
Onkoloji Günleri" organizasyonu ile onkoloji eğitimine büyük katkılarda
bulundu. 1992 yılında Ege Üniversitesine bağlı olarak kurulan "Kanser
Araştırma ve Uygulama Merkezi" nin başkanlığını üstlenerek gelişmesini
sağladı. Balkan Onkoloji Birliğinin (BUON) yönetim kurulu üyesi olan
Prof.Haydaroğlu 1998 senesinde İzmir'de yapılan ikinci BUON kongresini
başkanı olabilecekken başkanlığı Prof.Dr.Münir Kınay'a teklif etmiş ve
kendisi ikinci başkan olarak kongrenin başarısında büyük katkıları
olmuştur. Halen anabilim dalı başkanlık görevini sürdüren
Prof.Haydaroğlu aynı zamanda Radyasyon Onkolojisi Derneğinin genel
sekreteridir (Resim 52).
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi radyoterapi bölümü kurmayı daha çok başlarda istiyordu. Çünkü üniversitenin kurucu rektörü Prof.Dr.Namık Çevik pediatrik onkolog olarak tıp fakültesinin onkoloji bölümünün önemini çok iyi bilen bir hekimdi. Radyasyon Onkolojisinin onkolojik tedavideki önemli yerini ise eğitimini yapmış olduğu New York'daki Memorial Sloan Kettering Kanser merkezinde yakından izlemişti. Prof.Çevik bu anabilim dalının başına kurumunu geliştirecek bir uzmanı getirmek istiyordu. Onu İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsünde buldu. Dr.Münir Kınay'da Radyoloji ve Biofizik Enstitüsü kökenli idi. Radyasyon Onkolojisi eğitimine orada başlamıştı. Sonra eğitimine Paris'de Tenon Hastanesinde Prof. Laugier ile devam etti (3,16). Yurda döndüğünde Çapa Onkoloji Enstitüsü kadrosunda çalışmalarına devam etti ve enstitünün gelişme sürecinde Prof.Dr.N.Bilge'ye yardımcı olarak büyük katkıları oldu ve eğitim programlarından sorumlu müdür yardımcılığı görevini üstlendi. Doçentliği 1985 yılında kazandı. Profesörlüğe ise 1990 yılında yükseldi. 1992 yılında İzmir'e gittikten sonra Prof.Dr.Namık Çevik'in desteği ile örnek bir radyasyon onkolojisi bölümü oluşturdu. Yüksek standart da çalışan bu kurum 1991 yılında hasta kabul etmeye başladı (Resim 47, 48). Prof.Kınay çok ilgilendiği eğitim çalışmalarına da hız verdi. Avrupa Radyoterapi ve Onkoloji Derneği (ESTRO) ile mevcut ilişkilerini devam ettirdi. ESTRO'nun mezuniyet sonrası kurslarını İzmir'e alarak genç Türk radyasyon onkologlarının kısıtlı olanakları içerisinde katılamadıkları uluslararası kurslara kendi ülkelerinde katılmalarını sağladı. 1994 yılında İzmir'de ilk Ulusal radyasyon Onkolojisi Kongresini UROK-I düzenledi ve başkanlığını yaptı. İstanbul'da tüzük çalışmaları tamamlanmış olan Radyasyon Onkolojisi Derneğinin kuruluşu bu vesile ile tescil edilmiş oldu ve bu kongre derneğin birinci kongresini oluşturdu. Birçok yabancı bilim adamının katıldığı bu kongre çok başarılı geçti. 1995 senesinde, Radyasyon Onkolojisi Derneğinin eğitim sorumlusu olarak ESTRO ve UEMS'in (Avrupa Uzmanlar Birliği) önerilerine uygun olarak hazırladığı Radyasyon Onkolojisi uzmanlık eğitim programı 1996 yılında Ürgüp'te Hacettepe Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı'nın düzenlediği UROK II'de bütün anabilim dalı başkanları tarafından tartışıldı ve kabul edildi, ancak uygulanamadı. 1996 yılında ESTRO'nun yönetim kurulu üyeliğine seçilen Prof.Kınay 1998 yılında yerini bir diğer Türk üye olan Prof.L.Atahan'a bırakarak ESTRO'nun Avrupa Radyoterapi Board'unun (EBR) eğitim grubuna atandı (Resim 49, 50).
1994 yılında kurulan "Balkan Onkoloji Birliğinin" (BUON) yönetim kurulunda görev alan Prof.Kınay Prof.A.Haydaroğlu ile beraber 1998 tarihinde bu kuruluşun ikinci kongresini, başkanı olarak İzmir'de düzenlemiştir. Radyoterapide teknik eleman eğitimine önem veren Prof.Kınay 1992senesinde Türkiye'de Sağlık Meslek Yüksek Okulunda "Radyoterapi tekniker Programı" nın ilk defa açılmasına ve ön lisans programı çerçevesinde her sene öğrenci alınmasını sağladı.
Halen Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinde Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Başkanlığını sürdüren Prof.Kınay aralık 2000 tarihinde Türk Radyasyon Onkolojisi derneği Başkanlığını üstlenmiştir
Ahmet Andiçen Kanser Hastanesi
Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumunun en önemli hizmetlerinden biri Türkiye'de ilk kanser hastanesinin hizmete sokulmasıdır. 30 Mayıs 1955 tarihinde Ankara İncesu semtinde temeli atılan hastane 23 Nisan 1962'de hizmete açılmıştır. Hastane yapımındaki büyük katkıları nedeni ile "Ahmet Andiçen Kanser Hastanesi" adı verildi. Önceleri Ankara Tıp Fakültesi tarafından yönetilen hastane sonraları Sağlık Bakanlığının yönetimine geçerek Etimesgut'taki Makine ve Kimya Endüstrisinin hastanesi ile birlikte uzun süre ülkenin ilk kanser hastanesi olarak hizmet verdi. 1965 senesinde Prof.Dr.İzzet Kantemir ve Prof.Dr. Muhittin Ülker'in büyük gayretleri ile hastanenin poliklinik ve radyoterapi bölümünü içeren ek binası tamamlandı ve hizmete açıldı. Kurumun radyoterapistleri olarak Dr.Haluk Nurbaki ve Zeki Güran'ı görmekteyiz. Bir süre adı geçen hastanenin Başhekimliğini yapmış olan Dr.H.Nurbaki renkli ve politik kişiliği ile Ankara Numune Hastanesinin Radyoterapi bölümünü'de yönetmiştir. Dr.H.Nurbaki radyoterapi yanında Cumhuriyet Halk Partisinin parti müfettişliğini yapmış ve aynı partiden milletvekili olmuştur. Ayrıca Dr.Nurbaki'nin teoloji ve de immünoloji üzerine televizyonda yaptığı konuşmalar hatırlardadır (Resim 42) (3,17).
Ülkemizin ilk radyoterapi merkezlerinden birine sahip olan Ankara Numune Hastanesi uzun yıllar beklenen standarda ulaşmamasına rağmen gerekli kanser tedavi hizmetini vermiştir. Uzun süre ortovoltaj aygıtı ile bu hizmeti veren kurum daha sonra kurulan Cobalt 60 aygıtı ile hizmet vermeye devam etmiştir. Dr.Haluk Nurbaki'nin uzun süre yönettiği bölüm daha sonraları, Dr.Mübeccel Tümöz tarafından yönetilmeye başlanmıştır (3,17).
Ankara Onkoloji Hastanesi 1960 yılında Cobalt 60 aygıtı ile hizmet vermeye başlayan Etimesgut Onkoloji Hastanesinin devamıdır ve Sağlık Bakanlığına bağlı olan bu kuruluş yeni bir yapılanma ile 1994 yılında, yeni binasında,modern aygıtlanma ve donanımı ile çalışmaya başlamıştır. Dr.Zeki Güran başkanlığında büyük hasta sayısına hizmet veren bu kuruluş ülkedeki diğer radyoterapi merkezleri arasında en fazla uzman ve uzmanlık öğrencisine sahiptir (3,17) (Resim 43).
Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi radyoloji bölümünden radyasyon onkolojisinin ayrılması ve organize edilmesine 1984 yılında karar verildi. Dr.Candaş Tunalı Hacettepe Tıp Fakültesinden Adana'ya atandı. Bir süre İstanbul Onkoloji Enstitüsü ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde eğitimine devam ettikten sonra 1988 yılında doçent oldu. Radyasyon Onkolojisi bölümünün başına geçti. Profesörlüğü 1994 yılında kazandı. Kurum Çukurova bölgesinin ışın tedavisi gereksinimini karşılayan bir yapıya ulaştı.
Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinde Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı'nın kurulma gereksinimi 1994 yılında duyuldu. Anabilim dalı başkanlığına Doç.Dr.Kayıhan Engin getirildi. Dr.Engin eğitimine SSK Okmeydanı Hastanesi Onkoloji Bölümünde başladı. Eğitimini Philadelphia'da Thomas Jefferson Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi bölümünde tamamladı. Özellikle hipertermi alanında çalışarak yayınlar yaptı. Radyoterapi bölümü 1995 yılında açıldı. Bu modern kuruluş bölgenin standart güncel ışın tedavisi gereksinimini karşılamakla birlikte eğitim konusunda da kongre ve kurslar düzenleyerek bölgeye hizmet vermektedir (Resim 46) (3).
1996 yılında başlatılan Uludağ Onkoloji Sempozyumu her sene çeşitli konularda yapılmaktadır. Dr.Kayıhan Engin'in 1997 yılında kurduğu ve başkanlığını yaptığı Uludağ Onkoloji Dayanışma Derneği (ONKODAY) bilim-sel programları yanında Bursa halkını bilgilendirme hizmeti de vermektedir. UROK IV 2000'i de organize eden Dr.K.Engin Bursa'da kanserle savaşla ilgili bir "Umut ve Savaşım Anıtı" diktirmiştir.
Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi kurulma hazırlıkları 1995 yılında emekli olarak, ülkesine hizmet verebilmek için dönen Dr.Nejat Akbıyık'ın göreve başlamasıyla hız kazandı. Dr.Akbıyık New York Üniversitesinde eğitimini tamamlamış bir uzmandır. 1977 yılında inşaatı başlayan merkez 1999 yılında hizmete açıldı. Halen görevini sürdüren Dr.Akbıyık'ın Anabilim Dalı'nın gelişmesi için yaptığı katkılar büyüktür. Kasım 1999'da Anabilim Dalına atanan Doç.Dr.Melahat Garipoğlu Anabilim Dalı Başkanı görevini yürütmektedir. Alet parkı ile ülkemizin gelişmiş merkezlerinden biridir.
Ülkemizde Radyasyon Onkolojisinde Eğitim ve Tedavi Hizmeti Veren Diğer Kurumlar
Tablo I'de Türkiye'de Radyasyon Onkolojisi Merkezi ve kullanılan aygıtlar ve insan gücü sayıları görülmektedir. Tablo II'de
ise ülkemizdeki Radyasyon Onkolojisi Merkezlerinin kuruluş seneleri,
kurucuları ve şu andaki mevcut başkanları görülmektedir.
Ülkemizde yirminci yüzyılın sonunda erişilen radyasyon tedavi aygıtları,
sayı ve özellikleri ile insan gücü kaynaklarını gösteren kapsamlı bir
rapor I. ci Asya Avrupa Nükleer Bilim Konferansına sunulmuştur (18).
Kaynaklar
TABLO II - TÜRKİYE'DEKİ RADYASYON ONKOLOJİSİ KURUMLARININ DAĞILIMI
Kuruluşun Adı | Kuruluş tarihi | Kurucu | Şimdiki Başkanı (2001) |
İst.Şişli Etfal Hast. | 1933-34 | A.Tevfik BERKMAN | Oktay İNCEKARA |
İst.Radyoloji ve Biofizik Ens. | 1935 | Friedrich DESSAUER | |
İst.Çapa Radyoterapi Kürsüsü | 1963 | A.T.BERKMAN ve M.GÖKMEN | (dönüşümlü) |
İst.Üni.Tıp Fak. | 1978 | Nijad BİLGE | Ahmet KARADENİZ |
İst.Cerrahpaşa Tıp Fak. | 1974 | Reha UZEL (1977) | Ahmet OBER |
İst.Vakıf Gureba Hast. | 1984 | Nurettin UNUR | Nurettin UNUR |
İst.SSK Okmeydanı Hast. | Mustafa UNSAL | ||
Kartal Devlet Hast. | 1993 | Sağlık Bakanlığı | |
İst.Marmara Üni.Tıp Fak. | 1997 | Üniversite | Meriç |
Ankara Üni. Tıp Fakültesi | M.Ali TANMAN | Cengiz KUTMAN | |
Ank.Hacettepe Üni.Tıp Fak. | 1970 | Mustafa SİPAHİ | Lale ATAHAN |
Gülhane Askeri Tıp Akademisi | Necdet BEKEN | Yücel PAK | |
Gazi Üni.Tıp Fak. | 1995 | Üniversiste | İbrahim EGEHAN |
Ankara Numune Hast. | Haluk NURBAKİ | Mübeccel TÜMÖZ | |
Ahmet Andicen Kanser Hast. | 1965 | Haluk NURBAKİ | |
Ankara Onkoloji Hast. | 1960 | Zeki GÜRAN | |
Ege Üni.Tıp Fak. | 1975 | Emin Üstün | Ayfer HAYDAROĞLU |
Dokuz Eylül Üni.Tıp Fak. | 1991 | Münir KINAY | Münir KINAY |
Adana Çukurova Üni.Tıp Fak. | 1984 | Candan TUNALI | Candaş TUNALI |
Bursa Uludağ Üni.Tıp Fak. | 1995 | Kayıhan ENGİN | Kayıhan ENGİN |
Antalya Akdeniz Üni.Tıp Fak. | 1997 | Nejat AKBIYIK | Melahat GARİPAĞAOĞLU |
Erciyes Üni. Tıp Fakültesi | 1992 | Eray KARAHACIOĞLU | Eray KARAHACIOĞLU |
Malatya, Selçuk Üni. Tıp Fak. | Mine GENÇ | Mine GENÇ | |
19 Mayıs Üni. Tıp Fak. | Şaban ÇAKIR | Şaban ÇAKIR | |
Trabzon Üni. Tıp Fak. | Ali Aydın YAVUZ | Ali Aydın YAVUZ | |
Diyarbakır Üni. Tıp Fak. | Burhanettin ZİNCİRLİOĞLU | Burhanettin ZİNCİRLİOĞLU | |
Erzurum Atatürk Üni. Tıp Fak. | Mehmet KOÇ | Mehmet KOÇ | |
Sağlık Bakanlığı Bursa Onkoloji Hastanesi | M.Günay TANLAK | M.Günay TANLAK | |
Edirne Trakya Üni. Tıp Fak. | Cem UZAL | Cem UZAL |
TABLO I TÜRKİYEDE'Kİ RADYASYON ONKOLOJİSİ MERKEZLERİ KULLANILAN AYGITLAR VE İNSAN GÜCÜ
No | İli | Merkezi | Hızlandırıcı | Cobalt | R.Tedavi | Simülatör | Yakın Ted. | T.Planlama | Fizikçi | Hekim |
1 | İSTANBUL | R- 7 Ö- 7 |
7 4 |
12 6 |
2 - |
9 5 |
4 2 |
8 3 |
29 9 |
95 |
2 | ANKARA | R- 7 Ö- 2 |
8 - |
10 2 |
2 - |
7 - |
7 - |
7 - |
22 3 |
81 |
3 | İZMİR | R- 2 Ö- 3 |
2 - |
2 3 |
1 - |
3 3 |
2 - |
2 - |
8 3 |
39 |
4 | SAMSUN | R- 1 Ö- 1 |
- - |
1 1 |
1 - |
1 - |
- - |
1 - |
1 1 |
6 |
5 | BURSA | R- 2 | 2 | 1 | - | 1 | 1 | 1 | 5 | 17 |
6 | ANTALYA | R- 1 Ö- 2 |
1 - |
1 2 |
1 - |
1 2 |
1 - |
1 - |
2 2 |
6 |
7 | ADANA | R- 1 Ö- 2 |
1 - |
2 2 |
- - |
1 1 |
1 - |
1 - |
2 2 |
6-8 |
8 | TRABZON | R- 1 | 1 | 1 | - | 1 | - | - | 1 | 3 |
9 | ERZURUM | R- 1 | - | 1 | 1 | 1 | - | - | 2 | 3 |
10 | KAYSERİ | R- 1 | 1 | 1 | - | 1 | 1 | 2 | 1 | 4 |
11 | EDİRNE | R- 1 | - | 1 | - | 1 | - | - | 2 | 2 |
12 | DİYARBAKIR* | R- 1 | 1 | 1 | - | 1 | - | 1 | - | 1 |
13 | MALATYA** | R- 1 | 1 | 1 | - | 1 | - | - | - | 1 |
14 | VAN** | R- 1 | 1 | 1 | - | 1 | 1 | 1 | - | 1 |
TOTAL | 45 | 30 | 52 | 8 | 41 | 20 | 29 | 95*** | 265 |
R:Resmi, Ö: Özel
Hekim sayısı uzman olarak yaklaşık 265
Ancak sayı eksik olabilir,uzmanlık öğrencileri ile beraber 400'e yaklaşabilir.